Her gidildiğinde, köyün girişinden başlayan, mandalin şarabından çilek şarabına kadar şarap çeşitlerinin bir çoğunu, bir şişe şarap bile satın alsanız tattıran ve sizi dükkanlarında konuk eden şarap evi sahiplerinin ikramlarıyla, yukarı çıkana kadar süren bu tadımlıklar sayesinde solda kalan ufak tepenin üzerindeki, dalları yatmaya musait ağaçta çakırkeyf olunması farzdır..

Eski bir Rum yerleşim yeri olan Çirkince'nin adı, yöredeki derebeyi tarafından azat edilen reayanın uydurduğu bir söylenceden geliyor... Özgürlüklerine kavuşan köylüler yerleşmeleri için kendilerine bir yer seçtiklerinde, derebey '' Kuracağınız köyün yeri nasıl?'' diye sorar, köylüler de, -sanırım başkaları gelip yerleşmesin diye - ''Çirkince'' karşılığını verirler. Oysa köyün havası öylesine serin, toprağı verimli, dağın yamacından gürül gürül inen suları öylesine dinlendiricidir ki, ''Çirkince'' adının ''Kırkınca''dan türemiş olması bana daha mantıklı geliyor.


Ve hatırladığım kadarıyla bir zamanlar sekizyüz haneden oluşan bu köyün halkının oldukça çalışkan olduğu, mutlu yaşadığı, komşu Türk köyleriyle can ciğer kuzu sarması geçindiği, akşam olup zeytinden dönen köyün delikanlıları ve kızlarının mandolin eşliğinde şarkılar söyledikleri bir cennet olarak anlatıyordu Çirkince'yi Sotiriu..
Şirince öyle bir yer ki, savaş nedeniyle yok olan bir dünyanın, geri dönmesi mümkün olmayan bir ''yitik cennetin'' tüm özelliklerini taşıyor... '' Şu yeryüzünde bir cennet varsa, bizim Kırkınca o cennetin bir parçası olsa gerekti''!!!! .... Ne varki mübadeleden daha insancıl bir dille söylemem gerekirse ''Büyük Ayrılık''tan sonra bu cennet köyden göçenlerin yerine yerleştirilenler, Selanik ve Girit'ten gelen Müslümanlar değerini bilmediklerinden değil ama zeytin ve incir üretimine yabancı olduklarından, kısa sürede cehenneme çevirirler Çirkince'yi. Evleri ahıra dönüştürürler, sokaklarda cılız çocuklar oynamaya başlar, okul öğretmensiz, tarlalar susuz kalır. Ayrık otları kaplar her yanı, meyve ağaçları bakımsızlıktan çürür. Geceleyin el ayak çekilir ortalıktan, taş sokaklar şarkısız kalır.. Ama köyün yeni sahipleri Çirkince adını beğenmeyip, yetkililere başvurup, köyün adını ŞİRİNCE olarak değiştirmeyi başarırlar...


Eski kaleyi arkama aldığımda okuduğum bu satırlar aklıma geldi ve buralarda Sabahattin Ali'nin çok değil en fazla 60 yıl önce yaşadığını düşündüm. Birinci dünya savaşı yıllarında Çirkince'de bulunan yazar anılarındaki cenneti bulamayınca hayal kırıklığına uğramış, kendi deyimiyle '' Gavurda keramet, Müslüman'da kabahat'' aramaktansa buradaki toprak ağaları ve beyleri suçlamayı yeğlemişti. Ona bakılırsa eski ''Çirkince''yi milletle alay edercesine ''Şirince'' yapanlar, sahipli ülkemizi de sahipsiz kılarak yöreyi talan etmişlerdi. İş bilmez göçmenlere kalmıştı güzelim köy.
Şimdi durum öyle değil neyse ki, ama yine de bir kazanç hırsı, çevre bilinci yerine esnaf zihniyetiyle köşeyi dönme söz konusu..
Bir zamanlar virane olan Şirince evlerinin çoğu bugün onarılmış. Yenilenip pansiyon ya da lokantaya dönüştürülmüş. Altlarına da şarap evleri açılmış. Ne varki hala yıkılmak üzere olan, pencerelerine perde yerine çuval asılmış olan evler de var. Korunmaları gereken bu eski Rum evlerinin yanı sıra köye en tepeden bakan XIX. yüzyıldan kalma Vaftizci Yahya Kilisesi'nin de tuhaf bir konumda olduğunu söylemeliyim. Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla yürütülen onarım ve yenileme çalışmaları bu tarihsel yapının avlusunda bir kahve açılmasını engelleyememiş. Eski köy kahveleriyle de ilgisiz bir formda, daha çok cips- hamburger satan büfeleri andıran bir cafe- kahve(!)
Aradan geçen bunca zaman Şirince'yi çirkinleştirmemize yetmemiş. Yine de ruhunu koruyabilmiş, biraz hüzün kokan, bir eski Rum köyü, güzel Şirince... Gece en tepesinde oturulduğunda, huzuru hissedilebilen ve herşeyden uzaklaşılabilen yer... Ve tabi ki o güzel şaraplarıyla, sokaklarındaki sıra sıra mandalin ve portakal ağaçlarıyla içinizde yer edebilecek şirin bir köy. Elbette sıcak insanları şaraplarına da vermişler güzelliklerini.
Mutlaka görülmesi gereken ve ufacık çardağının altında, ardıç ağacından yaptığı kaşıkları satan, kocaman masmavi gözlü, hoş sohbet Ahmet amca ile konuşmadan dönülmemesi gereken güzelim Ege beldesi...
4 yorum:
gerçekten harika bir yerdir bu yaz bitmeden tekrar gideceğim. fotoğraflar harika emeğinize bilgilerinize sağlık teşekkürler aysen hanım . sevgiler saygılar
Teşekkür ederim. Sevgiler...
Çok güzel anlatmışsınız olup biteni. Gerçekten sahipleri tarafından emanetçilere verilmiş gibi olan bir yer şirince. Eski birkaç fotoğrafını görme şansım oldu kahvaltı yaptığımız gözlemeci teyzenin sayesinde. Alakası yok şu andaki durumum eski haliyle. ağaçlar nerde evler nerde inanamadım.. gerçek sahibi gibi bakmıyor kimse yaşadığı mekana diyeceğim ama e şmdikilerde artık gerçek sahibi gibi hissetmiyor mu bunca geçen zamandan sonra, anlaşılmaz bir durum! Yazınız için çok teşekkür ederim ve ayrıca mübadelenin yaşandığı yerler üzerinden, ne kadar acı bir şey olduğunu anlatmanız ve bunu göstermeniz çok daha yardımcı oluyor okuyanın anlamasına. Çok teşekkürler sevgiler Aysen hanım.
Teşekkürler Rabia hanım... Sevgiler!
Yorum Gönder