2 Mayıs 2012 Çarşamba

OPHELİA...

 Shakespeare'in ünlü eseri ''Hamlet'' oyunundaki iki kadın karakterden biri Ophelia. Danimarka prensi Hamlet'in sevgilisi rolündeki genç ve güzel Ophelia'nın sonu, bir nehirde boğulmasıyla gerçekleşir Shakespeare'in oyun metninde... Bu bir intihar mıydı, yoksa delirdiği söylenen Ophelia'nın elim bir kazaya mı kurban gittiği, hala tartışılır bir çok tiyatro oyununda...

 Ophelia karakteri yüzyıllardır erkek egemen sistemin nesneleştirdiği ve yok etmeye çalıştığı kadınlığı simgeliyor. Ophelia dünyanın her yerinde, kendi yaşamının aktörü olmayan, olamayan kadınların sözcülüğünü üstleniyor. Deliliğe, ölüme, intihara sürüklenen kadınlardan sadece biri Ophelia. Ağabeyinin ve babasının öğütlerini dinlemeye çalışan, onların oyunlarına alet olmaya zorlanan-kullanılan, Hamlet'e olan aşkının her an ve acımasızca sınandığı, sevgilisinin ''manastıra git!'' sözleriyle sarsılan, Hamlet'e yüz çevirip delirmesine neden olduğuna inandırılıp toplum tarafından suçlanan ve babasının ölümüyle deliren bir karakter...

  Onun intiharı aslında erkek egemen sistemi gözler önüne seren bir ölüm! Ophelia Hamlet'e gerçekten aşık mıydı peki? Ya da Hamlet Ophelia'yı sevdi mi gerçekten? Bence Ophelia aslında hiç bir zaman sahip olmadığı, olamadığı bir şeyi; onu, ondan istemeyen birine vermek istemekte ya da vermeye çalışmaktaydı sadece.. Aşk'tı bu! Toplumun tüm normlarının baskısı altında olması ve üstüne üstlük bir de kadın olması nedeniyle Shakespaer'in Hamlet'inin tek kurbanı Ophelia benim gözümde, suçlusu değil!

  Peki ya Hamlet?...  Ophelia'nın cenazesine tesadüfen tanık olur ve mezarı başında şunları söyler:

 ''Ophelia'yı seviyordum ben.
  Bin kardeşi bütün sevgilerini birleştirip gelseler,
  sevemezler onu benim sevdiğim kadar!''

 Bana göre bu aşk(!) Hamlet- Kral çatışmasında yer alan insanlar tarafından yaşanamamıştır, bu saatten sonra da Ophelia oyundaki tüm kült karakterleri geride bırakarak, bu çok tartışılan aşktan öte; ''nehirde ölü yatan kadın'' figürüyle, sahnesinin dışına taşmış ve bir metafor olmuştur.

 Oyunlarda, mitlerde, mitoslarda, masallarda, atasözlerinde, neden kadınlık uygarlık tarihinin içinden çıkılması en güç sorularından biri haline geliyor. Erkek egemen bir sistem içinde belki de kodlamaya direnen ve sürekli arıza veren bir olgu, erkek egemen iktidarın zafiyetine odaklanan bir hırs ya da belki de bir hınç alanı mıdır kadın? Libidinal bakış açısının vazgeçilmez objesi midir sadece yoksa? İhtirası tarif kabul etmeyen bir arzu nesnesi midir sadece? Nedir kadın?

  Jacques Lacan'ın ''KADIN YOKTUR'' önermesinin ifadesi tam olarak şudur: ''Kadın erkeğin septomundan başka bir şey değildir. Büyüleme gücü var olmayışının boşluğunu maskeler, dolayısıyla nihayet reddedildiğinde, bütün ontolojik tutarlılığı kaybolur.''  Evet an itibarıyla düşününce ve sistemdeki  ''kadın''ın yerine bakınca gerçekten doğru bir önerme... Eril düzenin tamamlanmış erkek imgesine karşın, tamamlanamamış kadın oluş; kadın nerde? Beylik ataerkil deyişlerde, mitlerde, en güçlü oyunlarda, mitoslarda, masallarda kadının yeri bellidir: kadın erkeğin günahıdır, suçluluk duygusudur, yoldan çıkarıcısı ve nihayet enkaz yaratanıdır.

 Yaratılış destanından itibaren Havva, Adem'i tamamlayan biri değil Lilith'in olması gereken modeli, Adem'in fazlasından oluşan bir defodur. Yaratılış destanı bir kenara, en açıklayıcı mitlerden biri ve son nokta budur bence; kadının erkeğin baş ağrısı olarak tanımlandığı; mitosun son noktası, Athena'nın doğumudur: Zeus'un başı ağrır ve bu dayanılmaz baş ağrısından  Athena doğar. Zeus'un başını yararak doğan Athena, başlangıçta evcil işlerini korumakla birlikte; bilgelik, sanat, zeka, aydınlık ve barışın tanrıçasıdır! Fakat giderek Savaş Tanrıçası'na dönüştürülmüştür!

 Dünyanın varoluşundan bu yana; tüm bu mitler, oyunlar, masallar ''gerçek kadının'' değil ideolojinin (ataerkil sistem) kurbanı olmuş kadınları anlatır... Libidibal bakış açısı kadını; cinsel farklılık yoluyla etkinlik ve edilgenlik gösteren, muhtaç, yölendirilmeye yatkın, aciz ve erilin egemenliğine ihtiyacı varmış konumunda sunulur. Ve toplum için özdeşleşmeler bu yönde yönlendirilir ve özdeşleşmeyi birebir; ideal ego şeklinde gösterilen erkek üzerinden kurar.

 Gerçektende, incelediğimde, konumu açısından gerek toplumunca, gerekse de mitlerin, oyunların anlatımı açısından kadına çeşitli kavramların ve kodların dayatıldığını görüyorum. Erkek egemen bakışın hakim oluşu kadının her alanda kısıtlanması, materyel bir olgu olarak görülmesi, obje olarak algılanması, suçlanması, kullanılması, cezalandırılması ve hatta intihara sürüklenmesi bunların hepsi kadının toplumdaki konumunu bize sunuyor... Ve sonuç olarak ''kadın Ophelia'' şairane bir anlatım içinde dahi, seyircinin önüne geçtiği andan itibaren, eril karakterin ve onunla özdeşleşen herkesin objesi haline geliyor, ki bu noktada kadın seyircinin varlığı tamamen YOK sayılmış oluyor...

 Fakat kadın VARdır! Tıpkı ölümüne rağmen tüm güzelliğiyle su üstünde yatan Ophelia gibi... Ve ben, Ophelia'nın, o nehrin üstünde yalnız olmadığını biliyorum.



2 yorum:

Adsız dedi ki...

çok tatlı bi eleştiri olmuş :)

NiL dedi ki...

Çok güzel anlatmışsınız.. Elinize, yüreğinize sağlık