9 Ekim 2011 Pazar

PRAHA

 İkinci Dünya Savaşı arefesinde, sürgündeki Alman edebiyatının çiceklenip meyvelendiği ve faşizm karşıtı kişilerle kuruluşların, güçlerini eyleme dökmek üzere bütünleştirip biledikleri en önemli tarihsel güzergaha dönüşmüş olan kent. Savaş ve faşizm karşıtı bütün Avrupalı yazarlara, sanatçılara, politikacılara bahar olmuştur Prag. İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Prag'ı işgal ettiğinde, Prag halkı onların tutuklama yapmalarını engellemek için sokak tabelalarını sökmüş. Böylece Naziler kent içinde yollarını kaybetmişler.

 Tabelalar olmasa, gerçekten insan yolunu kolayca kaybedebilir. Kuleleri birbirine karıştırınca sokaklarda karışıyor yüz kuleli kentte, doğru! ''Yüz Kuleli Kent'', ''Altın Kent'', ''Kentlerin Anası''  gibi tamlamalarla anılan, Çek Cumhuriyetine başkentlik yapan, Avrupa’nın en eski ve güzel kentlerinden biri. Franz Kafka, Milan Kundera, Milos, Dvorjak, Smetana ve Çapek gibi sanatçıları yetiştirmiş, sanata hak ettiği değeri veren nadide bir kent Prag. Mozart ve Beethoven'in bir zamanlar burada yaşamaları da bu sanatperverliğe kanıttır diye düşünüyorum. Prag benim gördüğüm en güzel şehirlerden biri. Masalsı, gizemli ve tutkulu. Birçoklarının Prag’ı Çek kadınlarının nefes kesici, donuk güzellikleri ile bağdaştırmalarına bu nedenle şaşırmıyorum. Her ne kadar donuk  olsa da Avrupa'nın en uzun ve güzel dilberleri, ama yinede Arnavut kızlarının yanından geçemezler inanın bana!

 Yılda 20 milyon turist geliyor Prag'a. Turistler genellikle bistrolara, casinolara, cluplara hücum ediyorlar. Sokaklar ise sadece Praglılar'ın. Her mevsim ayrı bir güzel bu kent. Farklı mevsimlerde ve birazda uzun kalınca, Kafka'yı -  benim için ''Dönüşüm''deki  Samsa'nın bir gece insan  olarak yatağa girip ertesi sabah dev bir böcek olarak uyanan Samsa'nın; ruhundaki mutsuzluğun, zavallılığın, ezilmişliğin gözle görülür hale gelmesidir böceğe dönüşmek diyebildim Prag'da - anlamaya başlıyorsunuz. Özellikle sabah oluşan sis altında, gotik yapılar, kuleler, kiliseler insanı bambaşka ruh hallerine sokuyor. Daracık sokaklar, araç trafiğine kapalı arnavut kaldırımlı caddeler, -19 dereceye varan soğuk, erken kararan gökyüzü, saat 19' gibi kapanan mağazalar...

 Çeklerin çocuksu hayal gücünü, yaratıcı ve aydın kişiliklerini, masumiyetlerini ve mahçubiyetlerini yansıtıyor Prag. Kütüphaneleri, galerileri, müzeleri bir yana Charles Köprüsü üzerinde sokak çalgılarının Antonin Dvorak’ı yad ettiği kent. Kuklaların Mozart’ın operalarını canlandırdığı kent. Ve çocuksu hayal gücünün, kuklaların, azizlerin koruduğu kent Prag... Bu çocuksu ama o dönem çaresiz hayal gücünün, Almanlar bombalamasın diye, onlara savaşmadan teslim edebildiği kent. Prag baharının kanlı anılarının gölgelere işlendiği kent. Turist olarak değil, uzun uzun kalmak için gidilmesi gereken kent. Unutmaktan korkulan kent.

 Parg, muhtesem rüya kent... Hitler'in bombalamaya kıyamadığı kadar var. Karluv Most'tan geçmeli, nehre uzun uzun düşlerle dalınmalı, köprü üstünde satılan kukla ve tahta oyuncaklardan mutlaka alınmalı, yere dizleri ve dirsekleriyle temas eden dilencilere hayretle bakmak yerine bardaklarına birkaç kron bırakılmalı, Kafkaesk Kafka Müzesi'nin ürkütücü ve karanlık salonlarında gezilmeli, Gourmed Restaurantta  elmalı turta yenmeli, Ambiente'de ise torta di castagne yenip Farnese Vini kırmızı şarap tadılmalı, ama mutlaka sevimli Matos'un servis yapması beklenmelidir. 

 Bu kentte heykellere, binalara, kiliselelere, köprülere bakılmalı, sokaklarda kaybolunmalı, söylenip duran aksi tezgahtarlara katiyen aldırış edilmemeli... Ve nihayet Kale, Charles köprüsü, eski kent meydanı, astronomik saat, katedraller, tiyatro binası, ulusal müze gezilmeli, falafel yenmeli ve içeni uçurduğu bilinen Absinth denenmeli... Sıcak bir cafe-bar isteniyorsa Propaganda'ya uğranmalı... Black Light Theatre ile kukla tiyatrosu mutlaka görülmeli...  Kısaca bol bol yürümek lazım bu şehirde. Günbatımı sonrası köprüye tekrar uğrayın ki her akşam dinleyenleri büyüleyen sokak müzisyenlerini kaçırmayın sakın.

 Ve  gece yaklaşırken... ''Gece yarısına birkaç dakika var. Vitus Katedrali'nin önünde 10-12 turist bekliyor. Onları gören birkaç kişi daha acaba ne olacak diye durup bakmaya başlıyor. Kısa zamanda katedralin o süslü ihtişamlı saatine dikilmiş gözlerle gece yarısını bekleyenlerin sayısı neredeyse yüze çıkıyor. Hemen yanındaki Cafede Avrupa' da yediğim en leziz elmalı turtayı yine yiyorum, başımı kaldırıp bakmıyorum bile katedrale. Masadaki diger kişi: 'Neden herkes oraya bakıyor, kesin bi'şey olacak, onu bekliyorlar!' diyor. Başımı kaldırmadan elmalı turtamı yemeye devam ediyorum. Büyük bir telaşla kamerasını çalıştırıyor, son saniyeler, herkes saate kitlenmiş durumda. Nihayet saat geceyarısını çalıyor, ama hiçbirşey olmuyor. 'Ne bekledin ki... Guguk kuşu mu çıkacak sandın' diyorum. 'Birşey olmalıydı, yüzlerce insan neden öyle beklediler ki?' diyor. 'Prag'da bir gece daha geçirdiklerini hissetmek istemislerdir.' diyorum. Anlamıyor, kaydını siliyor... Olsun ...''

 Yine birçoğu, Prag'ı Viyana' ya benzetir genelde, katılmıyorum.Viyana başdöndürücü güzellikte kumral bir kadındır. Mis, pak ve büyüleyici ... Ölü bir kadın ama; öylece yatar çırılçıplak.  Dokunsan teni buz gibidir, güzelliğinin farkında olmasının verdiği kibirle sana dokunmaz bile ve öldürür gözündeki tüm güzelliğini, kendini. Tıpkı -sadece uzaktan böyle duran- Çek kızları gibi! Prag ise biraz daha sarışın sanki, belki daha yosmaya yakın yüz hatları var ama yaşıyor bembeyaz ve ilik gibi. Sanki göz bile kırpıyor sana. Çekiyor ellerini süt beyaz vücuduna ve sen hiç anlayamadan ilk anda hatta.  Sevilla gibi esmer, cilveli, oynak degil ama; dokunmayı seviyor, hafif aralanmış dudakları  her an başka bir hikaye anlatmaya hazır Prag'ın... Ve sozsuz gibi görünen ama her defasında farklı, aykırı; tutku dolu, başdöndürücü, leziz hikayeler...

 Ve muhteşem Prag geceleri... Çok kalabalıktır... Tam da o nedenle kolaydır ıssız sokaklarda kendini bulmak... Issız, ısısız yürürsün o dar sokaklarda... Diğer yalnızlar gelir geçer, görmez hissetmezsin  bile... Bir an konuşurlar seninle bir sürü dilde... Sen de cevap vermeye çalışırsın bildiğin tüm dilerde... Birkaç adım sonra yüzyılların dilsiziymiş gibisindir... Susamış hem de... Yakında bir bar çarpar gözüne... Çek kızlarının su gibi tükettiği biradan alırsın... Nefessizdir o an bu biranın hakkı. Sonra yine o ıssız, o ısısız sokaklar... Daha bi yalnız bu halde... Ve sanki işte daha bi kalabalık... Çevrene bakarsın, nereden geliyor bu kadar ses diye... Çok da hayat verici, güçlü hani... Ama kimse yoktur. Ve tam dibinde istersin ki tek bir kişi; işte, tek bir kişi... O... O'nun nefesi... Hem alırken, hem verirken... Bütün canlılık ve güç ondan geliyor olsun istersin... Kısaca aşık olmak istersin bu kentte.

 Ve sabah Kavarna Slavia Cafe... Nazım Hikmet 1956-58 yılları arasında Prag’da yaşamış, güneşli bir güne ve memlekete hasret… Slavia Cafe’de oturmuş, Vltava’ya bakmış, martılara ekmek atmış, İstanbul’u özlemiş ve şiirler yazmış... Nazım Hikmet'in bu halini gören Prag'lı bir ressam onun hüznünden çok etkilenmiş ve şairimin bir resmini yapmış. Bu resim şimdi "Kavarna Slavia"nın duvarlarını süslüyor. Resimde, şairimin  önünde bir absinth var ve içkiyle aynı renkte bir kadın hayali çizilmiş. Kafede çalışanlara sorduğunuzda resimdeki kişinin kim olduğunu bilmiyorlar, ama bu resmi menülerine dek her yere yerleştirmişler. Bu benim şairim Nazım, memleketten henüz 5 yıldır uzak, ama hasretlerle delik deşik! Yazık çok yazık... ve ülkem adına büyük utanç duyuyorum yine o an! Sakıncalı mı bulundu, kayıp mı oldu bilemiyorum ama bir nedenle ülkem edebiyatının dışında kalmış, hiç yayınlan(a)mamış ve o anlarda yazılmış bir  RAN yapıtı....

 ''Ve  Slavya kahvesinde oturan dostum Tavfer'le,

Vıltava suyuna karşı oturup,
tatlı tatlı yarenliği severim...
hele sabahları hele baharda.
Hele sabahları hele baharda,
konuşurken dalar dalar gideriz,
bir yitirir bir buluruz birbirimizi.
Hele sabahları hele baharda.
Prag şehri yaldızlı bir dumandır
ve kızıl, kocaman bir elma gibi.
Nezval geçer taze çıkmış kabrinden...
param parça yüreği de elinde
ve Orhan Veli'yle karşılaşırlar
urumeli hisarından gelir o
ve telli kavağa benzer Orhanım,
yüreciği delik deşik onun da.
Biz de aynı loncadanız biliriz Tavfer.
Zanaatların en kanlısı şairlik,
sırların sırrını öğrenmek için
yüreğini yiyeceksin, yedireceksin.
Pırag şehri yaldızlı bir dumandır,
Vıltava suyunun köpüklerine,
martı kuşlarıyla gelir İSTANBUL...
Lejyonerler köprüsüne gidelim Tavfer,
martı kuşlarına ekmek verelim.''... 

 Ve şimdi son kez hatırlanmalı Kafka... Çeklerin telaffuzuyla Kafky niye orda yazmıştır sanıyordun ki? Ve kısacası, Prag'a aşık olmalı hatta Prag'da aşık ol(un)malı... ''Praha" diyor Çekler Prag'a. "Praha"... Bir solukta söyleniveriyor bu sözcük. Bir solukta, bir anda... "Praha"... Tıpkı aşk adına ah çekişlerimiz gibi... Tutsaklık gibi... Aşk gibi...

Ya kolaydır Prag'da aşık olmak...
Ya da imkansızdır belki de...
Çünkü zordur aşk!
Herkes olamaz...
Herkese olamazsın...
O yüzden işte, en zorlu ama en güzel sınav yeridir Prag...
 

1 yorum:

Zeki ulvi dedi ki...

..Prag seyahatimi yaptığımda hüzünlü bir donemimdeyim...genellikle bazı yasamsal alırken yalnız kalmak ve kendimle konuşarak seçimlerimi yapmak için kaçarım böyle anlarda...yazdıklarını okurken Prag da aklımdan ve yüreğimden geçenleri tekrar hatırladım...söyle demiştim bu sehire karar almaya ve yalnız huzunlerle gelinmemeliydi...o sokaklarda ve duvarlarınız bile ses veren yapıtlarında yalnız muziklerle dans edilemezdi...bu sehir tam tersine verilmiş kararlarla Coşkunun ve yasam ritminin melodilerinde raks ederek sokaklarında dolanmalı ve binbir renkli mekanlarında içkilerin rahiyasindan yudum yudum tadarak sevgiline sadece kollarını ve dudaklarını degil yuregini de baglamaliydin...bir gün başka bir ruh haliyle ve guleryuzle gidilecek sehirlerin arasında kaldı Prag...))))

Yazılarına devam et tasdikde sen oluyorsun bunu satırlarında görüyorum...yaptığımız isler ve okuduğumuz okullar ve sonrasında kurduğumuz bazı kahrolası düzenler "bizim" için değil " sistemin" bizi yönetmesi içindi...artık yönetilmek değil yönetmek tecrubelerindeyiz sanırım artık şarkı dinlemek değil söylemek zamanindayiz sanırım...sevgiyle))))