3 Eylül 2011 Cumartesi

AŞK ve NEFRET...

"Sevginin tersi değildir nefret.
 Sevginin tersi kayıtsızlıktır." ....

 Asıl hadise; aşkı ve nefreti, tetikleyicisine eşit kuvvette hissetmektir. Nefret edilen çok değer taşıdığından, yaptıkları bedeni ve ruhu yıkmıştır... Herhangi birine verilmeyecek kadar çok değer verilmiştir bu kişiye, açılmayacak kapılar açılmıştır; suistimal etmeyeceğinden emin, iç rahatlığıyla... O açılan kapının içindeyken gelip acıtana, yakana, hissedilendir asıl nefret. Çaresiz ve çok güçlü bir duygudur belki de bu sebepten. Çok sinsidir ve için için yerleşir, gelişir beyninizde..

 Herhangi birine, olaya, duruma karşı hissedilen anlık ya da geçici bir nefret gibi değildir bu lanet olası. Geçmez, an be an hep aynı yerde durur. En acı veren duygudur. Çünkü bu nefret, insanın en sevdiğinden biriktirdiği sırçaların birleşmesinden olur. Sırçalar göğsün ortasında bir yerlerde birikir. Yerleri tam da orası olduğundan, topyekün ve bizzat kendisine batar o yüzden o sırçalar.

  Ve artık olgunlaşan bu nefret; bir zamanlar ta yüreğinize dek işleyen gözleri, her gördüğünüzde büyüleyen bakışları yok etmek istercesine, tırnaklarınızla kanatmak arzusunun dizginlenemez tutkusudur vahşice. Her özgür kalışında beynin, yeni ve herbiri birbirinden farklı senaryolarla acımasızca kurgulanan intikam şeklidir belki de. Ve bir gece; ay gün be gün tamamlamaktayken kendini bütüne, aklınıza nefretinizin tohumu olan sözler gelir; sözleri sarf edeni kat be kat sevmenize karşın, şiddeti bir an bile düşünemediğiniz yıldırım gibi düşüverir beyninize. Büyük bir tutkuyla bağlanırsınız nefretinize, sırça camlar üzerinde dans eder gibi hissedersiniz kendinizi. Ve geçen zamana aldırmadan, yaptığınız cinayet planının tek kurbanına karşı, ''aşk-nefret'' ikilemi içinde kaybolur gidersiniz o dansla; uykulara elveda diyerek... Tabii kendinden de korkar insan. Çünkü tutku büyük bir hızla yön değiştirmiştir artık ve içinizdeki kılıçlar çekilmiştir; O'na savrulmak üzere ve en son kendinize belkide...
 
 Eğer bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz, hem ruhunda hem beyninde; o duyguyu tattırmışsanız yani, bundan sonra yapacağınız her olumsuz davranış, söz, size nefret dünyasının kapısını da aralar ve kolay kolay çıkamayacağınız bir dönencenin içine düşersiniz. Cesaretiniz olmalı bu nefreti taşımak için!

 Aşk ve nefret; tıpkı ''yaşam ve ölüm'' gibi... İnce bir çizgi var aralarında... Çizginin inceliğinden sebep; bazen gözardı edilir hangi tarafta olunduğu. Çizginin ne tarafında olduğunuza dikkat edin, inceliğinden ziyade farkında olmadan, neresine geçtiğinizi anlamayabilirsiniz. Bir bakmışsınız öteki taraftasınız, tıpkı ölüm gibi...

6 yorum:

Ruba Benderlioğlu dedi ki...

Harika çok beğendim! (ürktümde sanırım biraz) :))

Aysen Yücedağ dedi ki...

:)) Teşekkürler Ruba'cım :))

İbrahim G.Yaka dedi ki...

Sosyal psikoloji nefreti; " Korunma içgüdüsüne bağlı olarak ortaya çıkan, nesnesine karşı saldırganlık eğilimleriyle kendini gösteren, sevginin karşıtı, başedilmesi güç bir tutku hali" diye tanımlıyor.
Aşk'ın karşısına böylesine yıkıcı bir duygunun konulması tabii ki insanoğlunun yaman bir diyalektik çelişkisidir.Biz insanlar, aşık olma durumunda karşımızdakini 'tam idealize' ediyoruz sanırım. Oysa doğada ideal hiçbir şey yok. "İdeal" zihnimizin bir kurgusu. Örneğin benim gibi fen bilimleriyle uğraşanlar, bir olayı en ince ayrıntısına kadar ifade eden bağıntıyı-denklemi oluşturacağımız zaman;işe hep İDEAL varsayımlarla başlarız. Karşımıza da ideal bir bağıntı çıkar.(örneğin ideal gaz denklemi). Oysa idealden hareket ederek türettiğimiz bu bağıntıya gerçek hayattaki-doğadaki gazlar yüzde yüz uymazlar.Yaklaşırlar belki ama tam uymazlar:)
Aşk ve nefret ikileminde de sanıyorum ki; aşık olduğumuz kişiyi hep idealize ediyoruz. Gerçek hayatta da zihnimizdeki ideale uymayan bir tavır sergilediğinde bu kez biz hayal-i sükut'a uğruyoruz. Ama aşk'ın yıkımı diyebileceğimiz bu durum karşısında oluşan nefret bizde bir saldırgankıl hali almıyor, senin de gayet güzel tespit ettiğin gibi "kayıtsız" bir hal alarak içimize atıyoruz. Saldırganlıktansa, kayıtsızlığın nedeni sanıyorum ki içimizde gene de sevgi kırıntılarının kalmış olmasıdır.:)
Yazını beğenerek okudum, teşekkürler Aysen.

Aysen Yücedağ dedi ki...

Sosyal Psikolojiye ben bu yazımda ters düşüyorum o halde.. ''Sevginin tersi değildir nefret. Sevginin tersi kayıtsızlıktır'' demişim.. Kayıtsızlık varolanı tamamen yadsımaktır.. Nefretse varola tüm tutkunla (nefret de olsa bu çok güçlü bir tutku) sahip çıkmak... Korkutucu bir sahiplenme ama bence yadsınmaktan iyi :))) Bu da benim ironim! Teşekkürler :))

Adsız dedi ki...

Gene çok etkileyici bir yazı,elinize sağlık,bencede kayıtsızlık başlamıssa zaten o ilişkinin adı ister arkadaşlık ister sevgili isterse karı-koca olsun herşey bitmiş demektir.Aklıma takılan-yani öğrenmek istediğim bir soru var;bir kişiye veya sevgiliye duyulan sevgi-aşk nefrete daha sonra tekrar sevgiye dönüşebilir mi?(hayrettin)

Aysen Yücedağ dedi ki...

Teşekkürler... Aynı hızla geri dönenine şahit oldum. Tıpkı bir bumerang gibi...