Aşk! Piiiişşşttt aşk! Biliyor musun senin için ne diyorlar? Yokmuşsun meğer, yalanmışsın. Meğer yüz binlerce yıldır yanılmış insanoğlu, kandırılmışız. Meğer bir yanılsamaymışsın sen. Yaşanan onca acı, çekilen onca ızdırap, dökülen onca gözyaşı ve yazılan onca yazı, hepsi birer yanılsamanın eseriymiş. Ve anlatılan onca efsane...
Ne Mecnun gerçekmiş ne de Ferhat dağları delmiş Şirin için... Mecnun'u Leyla'ya bağlayan kör gözleri, yarım aklıymış. Kerem Aslı için kül olmamış meğer. Biz yüzyıllardır, her bahar olgunlaşan; Ferhat'ın mezarı üstünde kırmızı bir gül, Şirin'in mezarı üstünde beyaz bir gül ve bu iki gülün arasındaki dikenin, Ferhat ile Şirin'i sonsuza kadar ayıran Mehmene Banu'mu yoksa Ferhat'a Şirin öldü diye yalan haber getiren yaşlı kadın mı; ''Kim bu diken?'' diye boşuna kafa yormuşuz...
Boşuna tartışmışız Tahir ile Zühre meselesini. Nazım'da yanılmış... "Yani sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık, yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?" ... Ne kaybederdi sahi? Boşuna yazılmış bu muhteşem mısralar...
Ve Yusuf ile Züleyha: ''Yusuf köledir, züleyha efendi; Yusuf güzeldir, Züleyha aşık; Yusuf dillere destandır, Züleyha dillere düşmüştür çoktan; bıçaklar keskindir, insanlar meraklı; bıçaklar keskindir, Yusuf ihtiraslı; etraf ıssızdır, Züleyha ateşli; herşey ortadadır, kral çaresiz; zindan karanlıktır, Yusuf çaresiz; günler zindandır, Züleyha kimsesiz; Tanrı birdir, Züleyha bilir; rüya kesindir, Yusuf bilir; Züleyha yaşlıdır, Yusuf genç; Züleyha yanmıştır, Yusuf aşık; ve Firavun aradan çekilmiştir, aşıklar buluşmuş.'' onlarda mı yalanmış....
Ya Seyduna ile Şahrud "Onlar iki ayrı baharın dalıydılar; biri ilk, diğeri sondu ve kan ter içinde bir yaz aralarında duruyordu. Bahara yenildiler. Şahrud tazecikti, yeni çıkan bir filiz; her ucu ayrı bir yeşile sevdalı... cemreler yaşamla arasında ana sütüydü. Toprak var gücüyle ayakta tutuyordu onu. Şehrud ise her dal yeşile bir tomurcukla karşılık veriyordu. İçtiği her damla güneşle çiçekleri çıtlıyordu. Sanırsın rengarenk gülümseyen yeryüzüydü... Seyduna ölüme, ölümüne yakındı. Ve o bir çınardı. Şahrud'un giyindiğini soyunuyordu ve gelinsi dalları soyundukça çıplaklığından utanıyordu. Solan yüreğiyle her seher güne biraz daha sarı duruyor ve biliyordu; ten soğuması çoğu kez elinde ak keteniyle vaktinden önce geliyordu. Seyduna'yla Şahrud'un tek ve bütün bağları; ayrılıkları da olan mevsimin en uzak uçlarında tutunmalarıydı. Ve mevsim... Haziran, sonunda kendini yakınca koptular... Artık birbirlerinin kışında bile yoktular..."
Ve Arzu ile Kamber, Romeo ile Jüliet, Afrodit ile çoban Anahis, Salvador Dali ile Gala, Heloise ile Abelard, Dante ile Beatris, Napolyon ile Josephine.... Edward ile Wallis: '' Aralık 1936; radyosunun başında oturan milyonlarca insan İngiltere Kralı 8. Edward'ın deli gibi aşık olduğu Amerikalı Wallis Simpson ile evlenmek için tahtan indiğini dinliyordu... İki kez evlenip boşanmış bir kadına olan aşkı için bir kral tahtını bırakmıştı, üstelik 20. yy da! Ve aşk için!''
Aşk! pişşşttt aşk! Sen yokmuşsun diyorlar... Aşktan titrememiş bu yürekler.. Yanılsamaymış hepsi, belki de yalan!
2 yorum:
"Ah Min'el Aşk"...
Ah şu aşk'ın elinden....:)
Çocukluğumdan beri bize anlatılan ya da kulak misafiri olup dinlediğim veya okuduğum, belki de kendim de yaşadığım o ölümsüz aşklar...
Efsanelerin, mitolojilerin, destanların iç içe harmanlandığı o yüce aşklar... Aldın bir yerlere götürdün be Aysen...:)
Kalemin dert görmesin arkadaş...
Teşekkürler :)
Yorum Gönder