16 Aralık 2011 Cuma

KAYAKÖY...

  Fethiye/Göcek'te,  Anadolu Rumlarının 1922 yılına kadar yaşadıkları, daha sonra terk edilmiş tarihi kent. ''Hayalet Kent'' de denilir buraya... Bana göreyse adına mübadele denilen ''Büyük Ayrılık'' ın sessiz tanığı! 1922 yılında bu beldenin Rumları ile Batı Trakya'nın aynı kaderi taşıyan Türkleri yer değiştirir... Ve 1923 yılından sonra Batı Trakya'dan gelen az sayıdaki yeni sahiplerince de tamamen terk edilir hayalet kent Kayaköy...


 Muhteşem mimari yapısı, dar sokakları, kiliseleri ve kayalar üzerine kurulmuş taş evleriyle etkileyici bir atmosferi olan Kayaköy, eski bir Rum köyü. Göcek'ten geçip beş kilometrelik ormanlık bir yolun sonunda, dik bir yamacı boydan boya kaplayan evlerin kalıntılarıyla karşılaşacaksınız. Her biri diğerinin güneş ışığını ve manzarasını kapatmadan, birbirine saygı duyarak sıralanan bu taş evler, yörenin muhteşem  tarihsel dokusunu oluşturuyor. Anadolu Rumları sanırım iyi yatırımcı olduklarından ekilir/dikilir araziye değil, çevredeki kayalık, taşlık alanlara ev kurarlardı. Ve Kayaköy' de bu anlayışa uygun şekilde, farklı  bir yerleşim alanı olarak inşa edilmiş.


Kentin aşağı mahallesindeki  Panagia  Pyrgiotissa Kilisesi (Aşağı Kilise) ile yukarı Taksiyarhis Kilisesi halen ayakta. Fakat buna karşın, 14 şapel, yaklaşık iki bin taş ev, bazı atölyeler, okullar, gümrük binası, hastane binası, eczane, kütüphane ve diğer binaların günümüze  kadar olan süreçte doğa koşullarına tek başlarına direnemediği görülüyor. Yine de taş yollar, meydanlar, hemen hemen bütün  evlerin köşe ocakları, taş ocakları, spiral tuvaletleri, sarnıçları  ve çakıl taşlı döşemeleri kentin kültür zenginliğini gösteriyor.


 Açık müze halindeki kentin kalıntılarını  gezerken, herhangi bir saatte sihirli bir Bach eseri duyup ruhunuzun dinlenebileceği gibi, keçilerini otlatan köylülere de rastlayabilirsiniz. Eski Şapele ve tepenin en üst kısmında bulunan yere devam edilirse, Ölüdeniz'in arka kısmına açılan bir boğazla karşılaşırsınız...




  ''Şapele çıkıp denize değil de Kayaköye doğru oturduğumda büyük bir soru işareti takıldı aklıma. Halbuki daha önce düşündüğümü ve de yeterince ayıpladığımı düşünüyordum. Hayır, yeterince düşünmemişim ve yeterince sormamışım o soruyu: -Mübadele neden olur?-  Devletlerin acımasız, soğuk anlaşmalarını anımsıyorum. Herkesin bir gün 'yeterince oralı' olmamakla etiketlenip gönderilebileceğini...  yaşadığı, doğup büyüdüğü evinden, avlusundan, üzüm bağından... Bir zamanlar bu evlerin, avluların, üzüm bağlarının sahiplerinden, yani insanlardan, şimdi 'Rumlar' diye bahsediliyor bu köyde. İnsandan çok nesneye işaret ediyorlar varlıkları. İçi boşaltılmış, yabancılaşılmış tarihten, insanlıktan, canlılıktan uzaklaştırılmış, ruhlarından arındırılmış, sadece kabuktan ibaret bir isim gibi. 'Rumlar aşağı, Rumlar yukarı'... Vicdanımızın üstüne basa basa.''
 
 Çok güzel ama bir okadar da  ağır bir köy Kayaköy... Mübadelenin hüznünü barındıran hayalet köy. Bir hayatı terketmek zorunda kalmak... Ve yıkıntılar arasındaki sessizlik dokunuyor insana... Mihriban Tanık'ın Kayaköy hakkında 1995 yılında, TRT ve Kültür Bakanlığı ortak yapımı olan "zamanın durduğu yer: Kayaköy " ismiyle 1996 yılında 8. Ankara Uluslararası Film Festivali, Ulusal Belgesel Film Yarışması birincilik ödülü alan çok doyurucu belgeselinden bir bölüm geliyor aklıma...

 Belgeselde diyor ki:
"Bu kentte evlerin gözleri bomboş...
Gözbebekleri insanların yok.
Evler ölmüş, evler kör...
Bahçelerde ocaklar kararıp kalmış.
Bacalar tütmüyor.
Sokaklarda ayak sesleri, çocuk sesleri yok.
Bahçe duvarlarının ardından türkü sesleri de gelmiyor.
Zaman durmuş..."


 ''Kilisenin bahçesindeki çan kulesine çıkıyorum. Bütün köyü görebiliyorum. Kalbim heyecanla atıyor. Sokaklardaki yeşil içimi dolduruyor. İncir ağaçlarından incir toplayan çocukları hayal ediyorum ve derin bir nefes alıp başlıyorum düşünmeye. Cıvıl cıvıl insanlar düşünüyorum... Sokaklarda her taşın arasından fışkıran doyumsuz yeşillik. Basmaya kıyamıyor insan. Gelincikler evlerin duvarlarında büyüyor, papatyalar ... -Oysa o kadar yaşıyor ki  bu kent- Evlerin içinden  insan sesleri duyuyorum. Bir çocuk doğuyor, çığlık çığlığa. Bir telaş, pür telaş! Evlerdeki ocaklarda  yemekler pişiyor, bacalardan beyaz dumanlar tütüyor... Genç bir  kız köye aldırmadan cilveleşiyor sevdiğiyle. Kiliseler günah çıkaran insanlarla dolu. ''

 İnsanların  mübadele  acısını alıp götürdüğü köyün tüm içtenliğiyle söyleyecek bir sözü var, belli... Bu köyü gezmek bile mübadelenin acılarını anlamama yetiyor. Anadolunun bozulmuş nüfus dengesini, çeşit çeşit meyvelerin olduğu zengin bir bahçeden, tek meyveli kısır bir bahçeye dönüştürülüşünü görüp üzülüyorum. Ama yaşanan acıları fark etmek de, bu toprağın sahibi olarak benim borcum. Bir daha o günler yaşanmasın, barış daim olsun diye, önce yaşanan acıları teslim etmek gerekiyor. Rumlarla da, Ermenilerle de.

 Dünyada Türk, Yunan gibi kimliklerin önemi olmadığını, bütün meselenin iyi ve vicdanlı bir insan olabilmek olduğunu anlamak lazım. Milli ve dini kimliklerin ötesinde insan olmak, insanlığın ortak değerlerine sahip çıkabilmek gerek bence.

 Ben kendimi göçe zorlanmış insanların kervanına saldıranlarla, erkekleri sürgüne gönderilmiş Rum köylerine yağma yapanlarla, masum halka düşmanlık güdenlerle değil; onları koruyan, yiyecek veren, arkasından ağlayanlarla akraba hissediyorum. Şu dünyada birbirinden farklı ne çok  insan var. Eskiden oturduğu evi ziyarete gelmiş Rum mübadile "Deden altınlarını nereye saklamış?" diye soran da var; kasa kasa  kuru üzüm, kuru kayısı, ekmek verip "Git bunu memleketinde dağıt, bunlar sizin atalarınızın topraklarından!" diyen de. Ben bunu diyebilenle akrabayım!

 Kimlikten anladıklarımı yeniden yeniden  yeniden düşündüm Kayaköy'de, şapale her çıkışımda ve hep gün batımında...

 Kalıntıların arasındaki daha doğrusu harabeler arasındaki sokaklarda dolaşırken sanki o an yanıbaşınızdan insanların geçtiğini düşündürecek kadar yaşayan  bir  kent Kayaköy. Hele gün batımında Şapelden aşağı doğru iniyorsanız kızılımsı tonların, üst yamaçlardaki evleri nasıl heybetli gösterdiğini fark etmeniz ve kuş sesleri eşliğinde manzarayı seyrettikçe, büyüsüne kapılıp, oradan hiçbir zaman ayrılmak istememeniz çok doğal. Büyüleyip hareketsiz kılıyor insanı Kayaköy. Ayrılamıyorsunuz...  Enfes!.

 Tüm kötülüklerin anası savaş; doğduğu topraklardan, evinden, anılarından koparılan insanlar için pek çok acılar yaşatmıştır. Yerlerine getirilenler için de aynı olgular söz konusudur. Tıpkı içinde büyüttüğü o sus payı ile daha asırlarca ayakta kalacak olan büyülü taş kent, Kayaköy'de olduğu gibi.

  Düşündürücü, kaderinle başbaşa  ve hüzünlü...

Hiç yorum yok: