22 Aralık 2011 Perşembe

KEDİLER VE KADINLAR...

 İstemedikleri sürece zorla sevemeyeceğiniz iki canlı türü... Ve eğer canları sevilmek istiyorsa da yandınız; hiç şansınız yok, sevmek zorundasınız!

 Bizet'in ünlü Carmen'ini çok severim, kedim de çok sever ve tuhaf bir şekilde tepki verir; tam da birinci perdede özellikle. ''Kadınlar ve kediler çağrıldıklarında gelmezler, çağrılmazlarsa gelirler!'' şeklinde bir deyiş vardır romandan uyarlanmış bu muhteşem operanın birinci perdesinde. Hukukçu olmasına rağmen yazdığı roman ve piyeslerle edebiyat dünyasında özellikle Carmen adlı romanıyla büyük yer edinen Prosper Merimee, Carmen'i kediye benzetmiştir şu sözleriyle: ''Çabaladığınızda gelmeyen, fakat çabalamadığızda yakınlaşan bütün kedi ve kadınlara''...  Merimee neredeyse romanını kedilere adamış (!)

 Aslında ben de kadınları kedilere çok benzetirim... Kedilerin ve kadınların tarihsel geçmişine bakınca tamamen aynı benzerlikte ve her ikisinin de yaşam döngüleri aslında Spielberg'in ''Schindler'in Listesi'' filminden farksız. Hatta daha kötü! Dünya tarihinde kedilerden ve kadınlardan başka; önce tanrılaştırılan, sonra şeytanla özdeşleştirip öldürülen, işkence edilen ve diri diri yakılan; sonra da tekrar evin baş köşesine yerleştirilen hiçbir canlı türü yoktur.

 İlkçağ/ Antik Mısır...

 Kediler kutsal bir canlı olarak görülüyordu. Bunun nedeni kedilerin neşe, müzik ve kıvrak dansların temsilcisi olan Tanrıça Bastet ile özdeşleştirilmiş olmasıydı ve kediler miyavladıkça evin içi, sokaklar neşe dolardı... Tabii kedi öldürmek ya da zarar vermek suç sayılırdı ve cezası ölümdü! Kedileri korumak için kanunlar dahi yapılmıştı.

 Eski Mısır’da, siyah dişi kedilerin tanrıça olarak kabul edilip tapıldığı, günümüzde ortaya çıkarılmış bir çok duvar kabartmasından da anlaşılıyor.

 Ve yine Antik Mısır'da kadın toplumun gözünde çok değerliydi ve erkeklerle evde de/dışarıda da aynı derecede söz sahibiydi, yasal haklara sahipti. Hatta evde kesin ve eşit bir iş bölümü vardı ve erkek bunun dışına asla çıkamazdı. Antik Mısır'da yani ''Krallar Vadisi''nde ilk kadın firavun Haşpetsut'tur ve tarihte adı geçen ilk kadındır. Yaklaşık 22 yıl iktidar sürmüş, çok güçlü bir firavundu. Ve aynı dönemde diğer kadın firavunlar; Nitokerty, Sobeknefru, Tavosret ve son firavun da denilebilir ama kraliçe olarak hüküm sürmüş Kleopatra'nın gücünü, neredeyse hepimiz biliyoruz... Kediler ve kadınların altın çağı diyebiliriz bu döneme !

 Ortaçağ/ Avrupa

 Kedilerden, özellikle siyah kedilerden nefret, Hristiyanlığın kendinden önceki kültürleri ve onların sembollerini yok etme içgüdüsü ile Ortaçağ'da , İngiltere'de başladı.  Bağımsızlık bağımlısı, özgür, bildiğini yapan, meraklı, mistik, ''inatçı'' ve ''sinsi'' karakteri; sayılarının da sokaklarda aşırı artması ile birleşince, kediler gözden düştü.

 Ve yine aynı yıllarda kadınların büyücü ve cadı olduğu/olabileceği -ya da kedilere benzer karakterlerinden dolayı yüksek meyilli olduğu- inancı tüm Avrupa'da histeriye dönüştü. - Eski dilde ''cadı'' nın anlamının ''güzel gözlü kadın'' olması da çok enteresan bir ayrıntıdır ve peki neden ''cadı''lar kadınlar olmuştur? Bu sorunun cevabını sanırım buldum... İlk zamanlarda, geceleri dolaşan, şehvet düşkünü kadınlar için yapılan cadı tanımlaması aslında dinin insanları nasıl yozlaştırabileceğinin de ilginç bir kanıtı benim için. Kitab-ı Mukaddes'te ''Efsuncu kadını yaşatmayacaksın! 22-18'' hükmü yer alır. Kiliseye göre havai güçler olarak bilinen İblis geceleri gökten iner ve bu tür kadınlarla cinsel ilşkiye girerdi. İşte cadılar bu yasak ilişkinin ürünüydü. Ortaçağ Avrupasında cehalet o kadar hat safhadaydı ki özellikle siyah kedi besleyen kadınların cadı olduğuna dair müthiş kampanyalar başlatıldı. Ve kilise son açıklamasını yaptı: ''Kadının okumuşu cadı olur!''. Cadılıkla suçlanan ve yakılan kadınların bir bölümü ebe, bir bölümü de şifacıydı. Yine o dönemlerde tarihin bilinen ilk kadın matematikçisi Hypatia, tüm ikazlara rağmen bilimden uzaklaşmadığı için kilise tarafından cadı ilan edilmiş ve katledilmiştir...

 Ve bu tür kadınların geceleri şeytanla işbirliği yaparak, siyah bir kediye dönüştüğü ve kötülük yaydığı hikayeleri yayılmaya başladı. Cadı ve kedi, bütün kötülüklerin simgesi haline getirildi. Dönemin egemeni kilise, büyük yoksulluk içindeki halk kitlesine aradıkları düşmanı sunmuştu. Yoksulluk, Papa'nın ya da yönetici erkin değil, cadıların suçuydu. Kilise ve devlet kol kola, kadın kimliğinde hayali bir düşman yaratmışlar ve kendi suçlarını gizleyebilmek için kanlı bir kampanya hazırlamışlardı. Cadı çılgınlığı Ortaçağ toplumunun yaşadığı bunalımın sorumluluğunu, kilise yani din ve devletin üzerinden alıp kadın imgesinde İblis'e yüklemişti.

 Bu cahil topluma veba geldiğinde ise yine bundan kediler sorumlu tutuldu. İblis'le işbirliği yapan cadılar, inançlı insanları veba salgını ile yok etmek istemişti ve kedilerle vebayı yaymıştı. Aslında cahil toplum kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını da kaybetmişti. Çünkü veba, fareler nedeniyle yayılıyordu! Fakat kilise hala inatla cadıları ve kedileri suçluyordu.Ve nihayet ''cadı kadınlar ile kedileri''  paranoyaya dönüştürülünce, özellikle Fransa'da engizisyon kararlarıyla diri diri yakılmaya başlandı. Ve bu vahşet yakılacak cadı kalmayınca -ve ayrıca artık siyah/beyaz ya da renk ayırımı yapmadan- tamamen kedilerin üstüne kaldı.

 Fransa Kralı 13. Lois bir kanun çıkarıp bu uygulamayı yasaklayana kadar, milyonlarca kedi diri diri yakıldı.

 Ortaçağın bitmesine yakın Avrupa'da baş gösteren büyük açlık dönemindeyse kediler bu kez farklı bir tehlikenin içindeydiler. Yiyecek bulamayan Avrupa, kedilere yöneldi. Kediler bir anda tekrar yok oldu! Avrupa'yı saran her problemin kaynağı ya kedilerdi ya da kadınlar ki yüzlerce kadın, cadı olduğu iddiasıyla katledilmesine karşın; milyonlarca kedi de bu cahil zulümün kurbanı oldu.

 Taa ki İnsancılık Akımı, Avrupa'da ortaya çıkana dek! Yeniçağ yavaş yavaş Avrupa'ya yerleşince kedilere ve kadınlara karşı zulüm görece olarak azaldı...

  Değişen toplumda kadının ve kedinin toplumsal rolü işte böyle değişmiştir. Taban tabana zıt iki büyük değişim örnekledim. Zıtlıklar, söylence ile inanışlara olduğu gibi ve vahşice yansıdılar. Antik çağlardaki kadın ve kedi toplumda önemli, değerli, saygın ve tanrıçalığa yükseltilmiş sevgili bir varlıkken; sonrasında yere düşmüş bir yıldız, değersiz bir süpürgenin ucunda siyah kedili bir cadı olmuş ve üstelik ilahlar dünyasından da kovulmuştur.

 An itibariyla kadın ve kedinin toplumdaki yerine değinmek gerekirse:

 Günümüzde kediler en popüler evcil hayvanlardır... Cins olanları pet-shoplar da itinayla ''satılır'' ya da cins olmayanlar bir merhamet anında sokaktan alınarak, evlerde baş köşeye yerleşir. Onların hepsi artık aristokrattır. Sokakta olan özgür ama lümpen kediler ise, yaşam mücadelelerine minik mama yardımları ya da çöp tenekelerine yakın mesafade ama, soykırım amacıyla peşlerinde olan; - bu noktada dış mihrakların(!) parmağı olduğuna inanırım-  kim(!) olduklarını asla bilemediğimiz vahşi zehirleme timlerine karşı tetikte bir yaşam sürüyorlar.

 Ve kadınlar... Ekonomik özerklikle, cinsel özerklik başa baş ve bence birbirine bağlantılı gidiyor günümüzde. Ekonomik olarak özgür olamayan kadınsa bir erkeğe bağlı ve ona tabi. Bu da erkeğin kadın üzerindeki sahipliğini iyice pekiştiriyor.

  Binlerce yıldır ve günümüzdeki asıl sorun ise; erkek kadından korkuyor! Ve bu zihniyet, korkusu yüzünden kadını hala bastırmaya çalışıyor. Erkeğin en başından beri asıl korkusu; Tanrının yaratma gücünün rahim yoluyla kadında olması! Erkek bundan yoksun, bu yüzden korkuyor ve bu açığı kapatmak için sürekli üretiyor. Bilim adamlarının büyük bir bölümünün erkek olması da sanırım bunun sonucu. Üretemeyen erkek ise günümüzde de ortaçağ kararları almaya devam ediyor. Haklar hala eşitsiz dağıtılıyor. Cadı kültü farklı şekillerde yine yaşanıyor. Kadın rahat, çünkü doğuştan üretken ve onun kendi üretkenliğine ispatlamak için başka araçlara ihtiyacı yok. Korkmuyor!

  Evet kediler ve kadınlar gerçekten birbirine çok benziyor...

2 yorum:

İbrahim G.Yaka dedi ki...

Aysen yazı gene çok güzeldi. Bilmediğim ne çok şey varmış öğrendim.
Bundan sonra güzel gözlü bir kadına iltifat niyetine "cadı" dediğimde tepki verirse hemen karşı atağa geçip cadının ne olduğunu söyliyicem:))
Yalnız bir yerine katılmıyorum ve seni esefle kınıyorum. Senin kedilerin aristokrat olabilir.Seninkiler kuaföre gidiyor, konserve mamalar yiyor, boyunlarına papyon takılıyor, hatta ingilizce komutları bile anlıyor olabilirler. Ama benim; ekmeğinin çoğunu doğadan, onu dize getirerek alınteriyle sağlayan kedilerime "sokak kedisi" nitelendirmesi yaparak "lumpen" demen hiç hoş değildi. Aksine onlar emeğiyle geçinen birer prolöteryadırlar. Ne saçlarına jöle sürüp kendilerini ebabil kuşuna benzetirler, ne kulaklarına gazoz kapağını andıran küpeler takarlar ne de kendi dillerini bozup köpekçe, horozca konuşurlar. Miyavlamaları kusursuz bir kedice'dir. Ayrıca dindar olmadıkları halde din'i Araptan bile çok savunma gibi dertleri de hiç yoktur.:))) Aslında "lumpen" sözcüğünü sosyoloji literatürüne sokan Engels'tir. Ne köylü kalabilmiş, ne kentli olabilmiş, özünü yitirmiş bilinçsiz insan sürüsü demektir ki; benim emekçi kedilerimin bunlarla hiç bir ilintisi yoktur.:)))

Aysen Yücedağ dedi ki...

:)) İbrahim lümpenler işte kabul et! Lümpen'in, Marks'ın tanımlamasıyla bugünkü tanımı arasında artık dağlar kadar fark var bence... Kedicikler de sınıfını bulamadılar, bir Tanrı bir İblis ilan ediliyorlar. Ne olduklarını şaşırdı pisiler :)) bu nedenle lümpenler... Ayrıca bir mail gelmiş yayıncımdan.. Aslında cadı wild (vahşi)- wit (bilgi-akıl) sözcüğünden türemiş ve Antik çağda WİLDWİT denirmiş ''cadı''ya.. Bilemiyorum şu an tam olarak ama benim araştırmalarımda eski dilde cadı ''güzel gözlü kadın'' manasına geliyor.. Bana cadı diyebilirsin rahatlıkla, öyleyim zaten :)) Kedim de var :)) süpürgem yok ama! :))