14 Mart 2012 Çarşamba

İNCİ KÜPELİ KIZ...

 Resim sanatı öldü mü? Günümüzde resmin gömlek değiştirdiğini iddia edenler ile, resim sanatının sonu geldi diyenler çekişiyor... Resim sanatı büyük bir çöküşün içinde mi yoksa yeniden doğuşun mu bilemiyorum ama bence resim sanatı içinde sessizliği barındıran bir uğraş.

 Hep sessiz, sürekli sessiz. Öylece duruyor. Onun içindeki sesliliği biz yaratmak zorundayız. Armoniler, ritmler, zıtlıklar, benzerlikler... Ama bir gerçek var, o sonsuz sessiz. Yaşadığım bu çağın uyaranları o kadar yoğun ve etkili ki sanırım benim resim sanatıyla olan ilişkim gayet ajite. Ve bu nedenle resim sanatındaki sessizlik, ifade yolunda beni kesmiyor. Ben daha etkili, daha şaşalı ifadeler istiyorum belki de. Bu belki de panik-aktif, hızlı düşünen ve üreten biri olmamdan kaynaklanıyor. Bu yönümlede çağın bozukluklarına oldukça uyumluyum sanırım. Şimdi benim gibi bir kadının Johannes Vermeer üzerine yazması biraz traji-komik olur biliyorum ama değişmek istiyorum. Bu benim için belki bir başlangıç olacak. Vermeer kadar kendinle bu kadar mükemmel yalnız kalabilen, dingin bir sanatçının hali benim için çok imrendirici ve ciddi bir merak konusu. Bu nedenle Vermeer'in dünyasına girmeye ve kütüphanemdeki ''İnci Küpeli Kız'' romanını yazıya dökmeye kararlıyım.

 Vermeer'in aynı adlı tablosundan esinlenen ''İnci Küpeli Kız'' romanının yazarı Tracy Chevalier'den mi kaynaklanıyor; yoksa sadece tablodan mı  bilemem ama, duygusu bu kadar güçlü bir tablo daha görmedim sanırım. Dünyanın en sevilen portlerinden biri ve ''Hollanda'nın Mona Lisa'sı'' olarak tanımlanan, ressam Johannes Vermeer'in '' İnci Küpeli Kız'' adlı portresi, büyük bir gizem taşıyor.

 Portredeki model kimdi ve neden resmi yapıldı? Bize bakarken akından neler geçiyor? O muhteşem gözleri ve esrarlı gülümsemesi masum mu yoksa baştan çıkarıcı mı? Ve neden bir çift inci küpe takıyor? Tracy Chalevier'nin sanatsal bakış açısı ve duygusal uyanış üzerine kurduğu ışık dolu bu romanda, tarih ve kurgu kusursuz bir şekilde harmanlanmış. On altı yaşındaki Griet'in gözünden, 1660'lı yılların Hollanda'sı,Vermeer'in en ünlü portlerinden birine ilham veren genç kadının düşlerle dolu portresiyle, baş döndürücü bir şekilde canlanıyor. Roman, yalnızca usta bir ressamın yapıtına konu aldığı bir genç kızı düşsel bir şekilde canlandırmakla kalmıyor, sanatçının dolambaçlı hayatında da geziniyor.
 
 Ticaret çok gelişmiş olduğu için sınıf ayrımının soydan çok paraya dayandığı, dinin ve pirüten ahlakın kadınları pasifize ettiği 17. yy Hollanda'sında, bir genç kızın öyküsünü anlatıyor '' İnci Küpeli Kız''. Akıllı, yetenekli ve kişilikli bir kız Griet ama bu niteliklerini değerlendirebileceği bir alan yok. Sanatçı gözüne sahip ama Ataerkil toplumun sınırlarında hizmetçi olmaktan bir adım öteye geçemiyor. -O dönem kadınlar ya köle gibi çalışır ya da bir zenginin süs bebeği karısı olur- Sıra dışı güzelliğinin de etkisiyle Griet'teki cevheri fark eden, elbette bir sanatçı olacaktır.

 Bir seramik sanatçısı olan Griet'in babası bir kazada gözlerini kaybedince ailesi sıkıntıya düşen Griet, Vermeer'in evinde hizmetçi olarak çalışmaya başlar. Ve böylece resimlerin o sessiz ama büyülü dünyasına adım atmıştır. Kendisini atölyesine kapatarak resim yapan ve bir tek tabloyu aylar sonra bitirebilen Vermeer, bakmayı ve görmeyi bilen Griet'i yetiştirmeye başlar. Evli bir erkekle, bir hizmetçi arasında başlayan bu tehlikeli ilişki; hem evdeki, hem de Delft kentindeki dengeleri altüst etmek üzeredir. Birbirlerini gün geçtikçe daha iyi anlayan bu ikili, tutkularını resimle alevlendirdikten sonra; Vermeer karısı, Griet 'de genç sevgilisinin kollarında yatıştırır.

 Sonu insanı sürekli keşkelere sürükleyen bu roman büyüleyicidir. Tıpkı Vermeer'in tablosu gibi; zaman ve yer sınırlarını kesinlikle aşıyor. Chelavier'nin hassas dengeleri kurmada ve ayrıntıları vurgulamasında ki başarısı şapka çıkartılır düzeyde. Bu romanda her şey bir arada: 17. yy Hollanda'sı üzerine bir inceleme, belki de kadının o dönemdeki  içler acısı durumu, bireysel olarak; yetişkinliğe adım atan bir kadının öyküsü ve bir resime nasıl bakılacağını anlatan lirik bir deneme... Sanat tarihçilerinin yüzyıllardır kafasını kurcalayan bir gizeme, çekici bir çözüm!

 Kısacası bir sanat eserini yazıya dökmede  Chelavier'nin ne kadar iyi olduğunu söylemek, gerçekten sadece kabalık olur. Griet ile Vermeer'in ilişkisini, ressamın o muhteşem eserini yaratırken yaşadığı gizem ve lirizmi, bir yandan da döneme ait bilgileri öykünün içine incelikle yedirerek iki ana karakterin sahip olduğu sanatçı ruhun bugüne gelip geleceğe uzanacak kadar zaman ve uzam ötesi bir düzeyde bulunduğunu okura hissettirebilmek hayran olunacak bir başarı. '' Girl With A Pearl Earring'' - İnci Küpeli Kız -benim gözümde; Wong Kar Wai'nin ''İn The Mood For Love''da ki - Aşk Zamanı - soylu aşkı kadar güzel bir roman...

Hiç yorum yok: