26 Şubat 2012 Pazar

ALAÇATI... ''Dünyanın rüzgarla dans ettiği yer!''

Benim Cennetim... Ve rüzgar güllerinin ev sahibi; rüzgarın doğaya en anlam kattığı yer! Korunaklı dalgasız bir deniz, dibi kum! Rüzgar canlı ve  fakat daha fazlası var Alaçatı'da benim için... Hüzünlü bir şiir gibi; İnsanın içine işleyen, sarsan ve düşündüren epeyce. Buralarda doğup, başka topraklara gitmek zorunda kalanların ardında bıraktığı; bambaşka yerlerde doğup, buraya sürülenlerin yanında getirdiği o büyük hüzün! Her göç öyküsü hüzünlü değil mi? Hele de zorunluysa! Her göç içinde bir zorunluluğu barındırmıyor mu ki?

 Antik Çağda adı Agrilia olan Alaçatı, Batı Anadolu tarihinde ''İonia'' diye adlandırılan bölgenin, tam kuzeyinde yer alır. Heredot İonia hakkında şöyle yazmış; ''İonlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlardır.'' Muhteşem 12 İonia (İyon) kentinden biri  Eriythrai -Kızıl Kent- (Eritre / Ildır) ve en güzel, en zarif beldesi Alaçatı... M.Ö. 6. ve 7. yüzyılda Alaçatı'nın ilk sahipleri İyonlardı. İyonlar gerçekten çok zevkli...
  

 Erken Osmanlı Tarihi'ne baktığımda ise Alaçatı'ya ''Yaya Müsellem Köyü'' adıyla rastlıyorum. Ve beldedeki halk ''Alacaat Aşireti''ne mensup... Ve adını da kendi halkından almış olan Alaçatı'nın tarihi, 1830 yılından öncesine çok az biliniyor.

 1850 yıllarında bölgenin bataklık olan güneyinde, sıtmanın yayılmasına neden olan sazlıkların kurutulması için, çevre adalardan Rum işçiler getiriliyor. Bu Rum işçiler, ellerindeki geniş ve verimli arazinin değerini bilmeyen Türkler'in topraklarını kullanmaya başlıyorlar. Bağcılık ve şarapçılık yapıyorlar. Kısaca yerli nüfus savaşta çarpışırken, Rum gençleri bağlarda, zeytinliklerde yardımcı olmaya başlıyor. Bölgeye alışan işçiler bir daha da geldikleri yoksul adalara dönmeyip, burada yaşamaya başlamış. Alaçatı Limanı'nda üzüm işleme ve şarap fabrikası kurulmuş. Bölge gelişmiş.


 19. yüzyıl sonunda artık ''Alacaat'' köyü ''Alaztata'' köyü adıyla ve - Rumlar Alaacat'ı, Alaztata yapmışlar- 14.000'ne ulaşan Rum nüfusuyla, önemli bir bağ ve şarap merkezi olarak anılmaya başlar... Osmanlı döneminde Alaçatı'da da, hemen hemen sadece Rumlar yaşamış. 1895 senesinde yapılan bir nüfus sayımına rastlıyorum araştırırken... 13 bin 845 kişiden sadece 132'si Müslüman. Kaynaklar Alaçatı'nın Rumlar'a ait olduğunu söylüyor. Şarapçılıkla geçinirmiş Alaçatı köylüleri. Bundan bir asır önce, burada üretilen şaraplar, ihraç edilirmiş... Dünyanın en iyilerinden biri olarak bilinirmiş. Alaçatı kiliselerinin duvarlarını üzüm salkımları süslermiş.... O zamanlar!

 Ancak 1912 Balkan Savaşı'yla Alaçatı'nın kaderi değişir. 1914 yılında Balkan Savaşı'ndan kaçan göçmenlerin gelişi bölgede yaşayan Rumlar'ın korkup, kaçarak; buradan Sakız Adası'na göçmelerine neden olur. 1925 mübadelesinde  -büyük ayrılık yılları...  dünyadaki ilk ve son kez yapılan, 2 milyon insanın; insanlık adına başına gelen en acı uygulama-  ise  Selanik, Kosova, Bosna, Kavala, İstanköy, Girit Göçmenleri Alaçatı'ya gelir. Ancak bağcılık ve tarımı bilmediklerinden, verimli bağlar bir süre sonra ne yazık ki bakımsızlıktan yok olur. Tıpkı Şirince köyü gibi... Fakat bu kez bağcılık adına tam tersi... Yine her iki taraf adına da en büyük acıların yaşandığı zamanlar...

 Alaçatı'nın en çok dikkat çeken, 1850 yılında Rumlar tarafından yapılmaya başlanan evleri... Evlerin büyük çoğunluğu Alaçatı'ya özgü taştan yapılmış olmaları. 2000'li yılların başında ise taş ev meraklıları akın etti Alaçatı'ya, bir çok aile şehrin karakterini oluşturan o eski evleri alıp, restore edip yerleşti. Bozulmadan korunmuş ve en genci en az 100 yaşında olan taş evler onarıldı...

 Bazı evlerde ise, kapı üstlerinde yapıldığı tarihi gösteren tarihleri görmek hala mümkün. Yaşanmışlıkların ve şahit olunan tarihin bir simgesi, belgesi gibi... Ara caddeler cıvıl cıvıl bir yaşamın belirtisi. Konuşan örgü ören, kendi halindeki hayatını, Ege'nin havasında sürdüren onlarca şehrin yerlisi, yaşlısı, cocuğu... Neredeyse her duvarda bir saksı ve yüzlerce güzellikten oluşan görsel şölen. İnce ruhların, zarafetin duvardaki ifedeleri; begonyalar, begonviller, sardunyalar, mimozalar... O kadar zarif ve bir o kadar sade...



 Alaçatı'da ilk dikkatimi çeken mimari doku. Kesinlikle değişmemiş ve değişmesine de izin verilmemiş. Eski kültürün ve taş mimarinin korunduğu bir yerleşim alanı ve sanki hala o eski canlı Rum köyü. Alaçatı taşı adı verilen, ponza taşı görünümlü kesme taşlardan yapılan evler, kışın sıcak yazında serin tutma özelliğine sahip. Yapı mimarisinde kullanılan taş, kalker yapılı olup filtre görevi yapıyor. Beldenin zemini de bu taşlarla kaplı.

 Büyük bir kısmı Rumlar'dan kalan eski Alaçatı evlerini restore edip, yerleşmek yeni bir yaşam tarzı olmuş. Sıvayla korunmaya çalışılan bu taş evler, açık renk kireç badana ile boyalı. Bunlar beyaz, oksit sarı tonlarında. Kapı ve pencere kenarları çivit mavi kullanılarak renklendirilmiş. Pembe, mavi kırmızı gibi renkler Alaçatı kültüründe yok.

 Arnavut kaldırımı taşı ile kaplı dar sokaklarını, iki ya da tek katlı cumbalı taş evler gölgeliyor. İşte bu muhteşem tarihi doku beldenin sahip olduğu en önemli ekonomik değer bence. Karabiber ağaçlarının ve begonvillerin boydan boya sıralandığı yeni sokaklara dizili bahçeli villar da günümüzde  göz dolduruyor. Şehrin merkezinde kurulan ve çevreden çok ziyaretçisi olan antika pazarı yerleşim merkezindeki caminin hemen avlusunda, çevrede tek olan ve Alaçatı'ya farklı bir özellik katan çok farklı bir alan. Caminin hemen yan tarafında bulunan pasajda mutlaka közde pişirilen sakızlı Türk kahvesini tadmalı ve yanında sakızlı kurabiye; bu lezzeti kaçırmamak gerekiyor. Çünkü bu sadece Alaçatı'ya ait bir lezzet. Yaşamın, gürültülü şehrin bütün kötü yönlerinden kaçıp, muhteşem damak zevklerini, görsel şölenleri izleyip, sörf yapıp sessizce dinlenebileceğiniz, kendinizle başbaşa kalabileceğiniz eski bir Rum köylerinden bir soluk Alaçatı. 


 En farklı yönü de; Alaçatı'da asla sabahlara kadar yüksek sesli müzik yayını yapamazsınız. Alaçatı'da plastik sandalye göremezsiniz, rengarenk şemsiyeler kullanamazsınız. Sokaklarda seyyar satış yapmaya çalışan, bağırıp çağırarak müşteri çekmek isteyen işletme sahipleri göremezsiniz. Caddelerde tezgahlar, tüten dumanlar, kıyafeti bozuk insanlar göremezsiniz. Hiç bir şekilde öngörülen mimari dışında bir yapı yapamazsınız, doğal hayatı bozacak, dejenere edecek bir oluşuma asla izin verilmiyor. Bu sayede Alaçatı, alışılmışın dışında bir konseptle, yıllardır eğlence adına yaşanan görsel ve işitsel kirliliğin dışında kalmayı başardı. Kolay kolay da değişmeyecek bu anlayışın, Türkiye'de bir çok turizm beldesine örnek olması gerekir diye düşünüyorum.


 Alaçatı restoranlarında, en az rüzgarı kadar meşhur ve efsanelere konu olmuş binbir çeşit Alaçatı otlarının yer aldığı zengin menülerinden, damak tadını unutamayacağınız yemekler yersiniz. Sade, özel ve enfes yemekler abartısız servisi, sunumu ve kalitesiyle hep orada. Ege'nin en nadide yemeklerinden, denizin en güzel balıklarına, Fransız mutfağından diğer farklı tüm mutfakalara kadar onlarca lezzete sahip...

 Alaçatı herşeyiyle şimdiden Avrupa standartlarının üzerinde; özellikle düşünüş ve yaşam kalitesi olarak! 

 Alaçatı Türkiye'nin en önemli, dünyanın ise ilk yedi sörf merkezinden biri. 1990'lı yılların başında ilk rüzgar sörfü tutkunları gelmeye başladı Alaçatı'ya. Rüzgarın karaya paralel esmesi, suyun derin olmaması, risk almadan sörf yapabilek için çok ideal. Bence Alaçatı dünya çapında en popüler sörf merkezi. Rüzgarla dans edip, 60-70 km hızla denizin üzerinde uçabilirsiniz. Bembeyaz kumsalları, sahip çıkılan mimari dokusu, içten gülümseyen ve modern insanı, çoğu aile işletmesi küçük otelleri, şık restoran, cafe, ve butikleriyle bir cennet Alaçatı.


 Taş konakların ve pansiyonların, eski değirmenlerin restore edilip yeni sunumlarıyla Alaçatı'yı yaşamak, yeni dünyanın hızlı yaşamında sadelik adına inanılmaz bir soluk... Ara sokaklarında, ana caddede, yazın en kalabalık anlarda, dünyanın her yerinden gelen insanların oluşturduğu kalabalık ötesinde çok daha sade. Yaşamın sevecenliği, tebessümü her an var. Binlerce hikayeye konu olan yeldeğirmenlerinin tam karşısındaki rüzgar gülleri eski ve yeninin tanıkları gibi. Ve en büyük şansı Alaçatı'nın, yıllarca keşfedilememesi oldu. 1970'lerde başlayan yazlık site furyasından, otel inşaatlarından kurtuldu. Böylece köy karakterini koruyabildi. Sanırım dünyanın en modern köyü şu anda! Diğer, neredeyse yağmalanan köy ve kasabalarımız gibi birbirinin aynına benzeyen amorf yerlerden olmadı. Alaçatı nadide bu nedenle... Fotoğraflarına bakınca insanın yüreği titremiyor mu?



Zarafetin, sadeliğin en güzel örneklerinden Alaçatı; tarihin kaybolmayan mirası, yeni dünyanın yaşama vuran hiçbir aykırı ve istenmeyen olumsuzluklarının olmadığı özel bir dünya, farklı bir soluk ve hala gerçek bir zarafet...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

alaçatı'yı çok güzel anlatmışsınız..ellerinize sağlık..