12 Ocak 2012 Perşembe

KADIN NEDEN ALDATIR?

 Biyolojik olarak baktığımızda aldatan kadın ve erkek arasında; dürtüleri, arzuları arasında bir fark yok. Bunlar dışında iki cins arasında Himalaya'nın karlı tepeleri ile Pasifik Okyanusundaki derin çukur kadar farklar bulunur!

 Aldatmak sadece insana mahsustur ve bu durumu kadına indirgemeden ve içine duyguları katmadan önce bazı gerçeklere bakmak gerekir... Kadın da erkek de doğanın insan için öngördüğü ilk yapı itibarıyla Poligam'dır. Yani her iki cins de, çok eşli olabilirlik potansiyeline sahiptir ve insan tek eşlilik ile yakından ya da uzaktan - ilkel zamanlarda-  ilişkili değildir! Ve hatta bu tespitim nedeniyle beni bu ana kadar okuduklarıyla topa tutanlar olabilir ama, ilkel(!) atalarımız tek eşli olsaydı; insan nesli şu an tükenme noktasında olabilirdi! Ve insanlar tek eşli canlılar olmadığı halde, sadakat kavramı nasıl ortaya çıkmıştır şimdi ona bakmak gerekir.

  İnsan doğası gereği tek eşli yaşayan bir canlı değildi, ancak; çevresel faktörlerin etkisi ve içerisinde bulunduğu duygular ve medeniyet insanı Monogami'ye doğru yönlendirmiştir. Bu durum insanın yerleşik hayata geçmesiyle beraber ortaya çıkmıştır. Hayatı boyunca sahip olduğu toprağı korumaya uğraşan erkek, varlığını kendi neslinden emin olduğu, kendi dölü olan birisine/birilerine bırakma güdüsünden dolayı birlikte olduğu kadını Monogami'ye itmiştir. Kısaca aile kavramı Monogami'yi doğurmuştur. Monogami'de sadakat kavramını! Yani sadakat insan doğasında yoktur, sistem tarafından sonradan oluşturulmuştur. Fakat erkek tarafından yine boyut değiştirmiş, sadece kadın için geçerliymiş gibi algılatılmaya çalışılmıştır. Ayrıca erkeğin kadını tarihin çok eski dönemlerinden itibaren baskı atına alışı; - Bknz: Bekaret kemerleri -  kadının cinselliğe yatkınlığından kaynaklanır. Kadın aslında aldatmaya daha yatkındır, çünkü erkek cinsel ilişkiye girdiği zaman bir sonrakinde bir süre beklemek zorundadır. Ama kadın istediği zaman defalarca ilişkiye girebilir, bu fiziksel bir gerçektir. Bu bakımdan kadın - cinsel olarak özellikle - aldatmaya daha yatkındır. Erkek de bunu bildiği için kadını çok eski dönemlerden bu yana baskı altına almıştır. Sosyal olarak hadım etmiştir.

 Şimdi tüm bunların ışığında duruma bakalım.... Özel(!) tür aldatınca derhal; doğalarının tek eşliliğe uygun olmadığını, yaratılışının gereğini yaptığını söylüyor. Fakat ben diyorum ki, tek eşlilik sayesinde düzgün bir üreme garanti altına alınıyor. İki oldukça kuvvetli cinsellik güdüsü kontrol altına alınıyor ve toplum kaostan korunuyor. Bu, ''Elimde değil, doğamda çok eşlilik var!'' diyen erkeğin - ama sadece erkeğin - aldatmasına bir kılıf olarak uydurulmuş yıllardır süregelen bir safsata! Ve ben buna hadi oradan diyorum! Neden mi? Tek eşlilik cinsellik güdüsüyle kontrollü üreme için. Yoksa senin başka başka kadınlardan haz alman doğanda olan çok eşliliğin, kadını hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Türün özel üyesi erkek için bu lafım. Cinsellik güdü lakin; sadakat ve haz arasındaki ilişki özeldir. Eşler birbirinin huyunu suyunu anladıkça cinsellik üremeden, boşalmadan öte haz ilişkisine dönüyor. Bu insana ait duygusal(!) edim pratikle parlıyor. İşleyen demir ışıldıyor. Her gün yapabilenle, punduna getirip yapan veya bunun dantelli, jartiyerli hayali kuran arasında ciddi haz farkı oluyor. Yani tek eşlilik, cinsellik eylemini bence ciddi olarak destekliyor.

 Bunlar olası, kaba temel bilinenler; evrimsel antropolojik açıdan. Sonra insan türünün içinden baya zayıf bir özel tür çıkıyor, koskoca türün üreme politikasını çevresinde özgürce dolaşan cıvıl cıvıl kadınları izledikten sonra; hafif kabaran erkekliğinin keyfine göre yorumluyor. Kendisi için özel, farklı belki de aykırı bir gece hayali kurarken ve eşi ya da sevgilisi varken aniden diğer kadına mesaj atmasının gerekçesi olarak, tek eşli olmamasını veriyor, doğasını referans gösteriyor. Tek eşlilik asıl senin tek kurtarıcın; hem sağlıklı seks yapmak hem de evlatlarını sağlıklı büyütebilmek için, ama her zaman ki gibi en fazla senin sesin çıkıyor.

 Ve fakat bir şey anlatacağım!...

 Günümüzde yapılan ciddi ve bilimsel araştırmalar neredeyse erkek ve kadının hemen hemen aynı oranda aldattığını gösteriyor. Araştırmalar kadınların % 51'inin eşini/sevgilisini aldattığını söylüyor ve fakat erkeklerden bir farkla; bunların sadece % 24'ü fiziksel olarak, % 27'si zihinsel olarak aldatıyor. Mutsuz kadın artık aldatıyor ve erkeklere oranla, aldattığını gizleme konusunda çok başarılı. Toplum baskısının az olduğu kültürlerde sayıları, aldatan erkek sayısından daha fazladır. Fakat Türkiye gibi nispeten baskının fazla olduğu kültürlerde, sayıları sanıldığı kadar da az değildir.

  Kadın aldatmasının en büyük farkı; kadının aldatma sebebinin erkeğinki kadar sığ olmaması; çoğunlukla daha derinlerde yatan ve kesinlikle eşi/sevgilisiyle alakalı olması. Üzerinde daha fazla düşünülür, daha köklü ve hüzünlüdür... En önemi diğer bir fark da; kadın sevilmediği an aldatma fikrini edinebilir, erkekse sevilirken dahi aldatabilir... Kadın, düşüncelerine başka biri girdiği anda, artık kendisini; eşini ya da sevgilisini aldatıyor olarak düşünür. Kadının aldatma sebebi tamamen erkektir!  Bir kadın eşinden veya sevgilisinden ilgi görüyorsa, sevgi ve şevkat görüyorsa ve aşkı hissediyorsa asla aldatmaz... Amiyane tabirle; kesseniz aldatmaz! Peki ne zaman bir kadın aldatmayı göze alır?...

 İlgi azalırsa, sevgi ve şevkat azalırsa, cinsel olarak tatmin olmazsa, erkeğinin kendisi ve gelecekte doğacak çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayamayacağını düşünmeye başlarsa, aşk biterse, yeniden beğenilmek arzusu duymaya başlarsa ve özellikle günümüzde sahip olunan eş ya da sevgiliden daha üstün birisinin ilgisiyle karşılaşırsa, kadın potansiyel aldatma içine girer. Burada en önemlisi ilgisizliktir. Çünkü kadın ilgi delisidir. Ve bu nedenle kadından sakınılan ilgi, aldatmayı tetikleyen en önemli neden bence. Yoksa Anna Karenina neden aldatmaya gerek duysaydı ki?

 Demem şu ki aldatan kadının yıkıcılığı aldatan erkeğe göre katbekat fazladır. Ardında bir enkaz bırakır. Burada amacım farkı aktarabilmek. Çünkü kadın sırf seks için aldatmaz; derine inmeden yapamaz, beğenilmek, arzulanmak, hatta sevilmek için aldatır. Erkek başka bir kadınla hiçbir şey hissetmeden birlikte olabilir, sadece fiziksel bir görünüm ya da bazen buna bile gerek görmeksizin sırf seks için birlikte olabilir. Duygu yok, hoşlanmak yok, sadece seks var. Aynı şeyi bir kadın yapamaz. Yaparım diyen kadının psikolojik ya da fiziksel bir rahatsızlığı vardır. Ama bir erkek bunu yapabiliyor.

  Asıl ürkütücü ve acıtan yönü de bu işte! Kadın sadece seks için aldatmıyor, işin içinde duygularda var... Kendi duyguları için bunu yapıyor! ''Bir gecelikti'' demez kadın aldattıktan sonra, çünkü bir geceyle kalmaz, kendini bu durumda görmek istemez ve bunu tekrarlayarak illa ki duygusal bir bahane katmak ister yaptığı hataya... Aldatan kadın varolan ilişkisinden kesinlikle farkında olarak vazgeçen kadındır ayrıca. Ve bir erkek gibi aldatmanın psikolojik çöküntüsünü yaşamaz. Çünkü buna karar verdiği zaman, eşini ya da sevgilisini çoktan kalbinden çıkarmıştır. Sadece zaman zaman ona acır. Sözle bitirmeyişinin nedeni; belki birtakım imkanlardan/kolaylıklardan, belki adamın ona daha verecek olduklarındandır sadece.

 Ve aldatan kadın günümüzde ciddi olarak tartışılmaya başlandı ve bu konu özel türü korkutmaya başladı. Uzun yıllardır ''Aldatmak erkeğin doğasında var!'' safsatası okunurken, aslında hedef şaşırtıldı. Meydanı boş bulan ve hiç şüphelenilmeyen kadın, çatır çatır aldatıyor.

 Durum böyleyken, kadında bir türlü algılanamayan duygusal ihtiyaçlarının karşılanması yönündeki ütopik isteklerini tatmin edemediği sürece - ki sistem bu isteklerin tatmin olmaması yönünde ilerliyor - aldatmaya devam edecek. Zaten kadının doyuma ulaştığı noktada, insan türünün üremesi durabilir ve türümüzün sonu gelebilir. Mesele kadının taleplerini en çok karşılayan erkeğin varolduğu, değişen dünya şartlarına sürekli kendini sağlıklı bir şekilde güncelleyebilen insan türünü sürdürebilir kılmak... İnsan türü kendisine rağmen sağlıklı nesiller üretmeye - diğer başarılı canlılar gibi -  aklı başında insanların yönlendirmesiyle devam edecektir.

 Yazının özel türe ithaf edilen bölümünü; kendini, erkeği referans alarak konumlandıran ve şekillendiren kadınlar da üstüne alınabilir. Her iki cinste aldatılmak kadar ''hafif'' bir olayı haketmiyor  bence...

3 yorum:

İbrahim G.Yaka dedi ki...

Öncelikle, tamamen katıldığım bu harika yazı için teşekkür ederim Aysen. Ancak erkeğin baştan çokeşli olup, sonradan monogamiye, oradan da tekrar çoeşliliğe yönelimini bilim nasıl açıklıyor (sadece bir hipotez bile olsa) biraz bahsetmek isterim. Her ne kadar bana kızacaklarını, sövüp sayacaklarını bilsem de bahsedicem bundan:))
19.yy'lın sonlarına doğru Amerikalı antropologlar bütün memeli hayvanların doğar doğmaz hemen yürümesine karşın,insan yavrusunun hemen yürüyememesini kafalarına takmışlar ve bunun nedenlerini araştırmışlardır.Ortaya attıkları varsayım şuydu: İnsan yavrusunun hemen yürüyememesinin nedeni insanın iki ayak üstüne kalkmış olmasıydı.Dört ayak üstünde yürüyen dişi bir memelinin doğurmasıyla, iki ayak üstüne kalkmış bir dişinin doğurması arasında büyük fark vardı. Dört ayak yürürken evrim süreci içinde yavaş yavaş ayağa kalkmış bir dişinin leğen kemiği (ana rahmi de diyebiliriz) daralmıştı. Bu nedenle de anne doğum yaparken ölüp gidiyordu. Ayağa kalkmış kadın binlerce yıl boyunca doğum yaparken ölmüştü. Zamanla doğa (ya da tanrı) bu durumu evrim süreci içinde düzeltti ve kadınlar bebeklerini daha erken doğurmaya (9 ay) başladılar. Yani dört ayak dönemlerinde belkide 2 yıl süren gebelik dönemi 9 aya inerek daralan rahme uygun ağırlığa karşı gelen bebekle dengelenmiş, kadınlar da doğum yaparken ölümlerden kurtulmuştu. İşte bu nedenle de bir tür "erken doğum" nedeniyle insan yavrusu doğar doğmaz yürüyemiyordu.
Anne ve yanında yürüyemeyen bebeği ve avlanmaya gidemeyen bir anne...Bunlara yiyeceği kim getirecekti? Erkek getirecekti değil mi? Ama erkek niçin yiyecek getirsindi ki? Kadının durumu iyice sarpa sarmıştı. İşte kadın erkeği bu noktada kendine bağlamayı bildi:) Erkeğine çok daha sıcak ve cilveli yaklaşmayı becerdi kadın:) Doğada hiç bir canlı yüzyüze çiftleşemezken bu aşamadaki kadın/erkek bunu becerdi. Doğada bütün canlıların mevsimsel çiftleşme peryotları varken, insan HER AN çiftleşmeye yatkın hale geldi. Gene doğada tek gülen ve konuşan insan oldu:)
İşte kırılma burada tekrar başlayacaktır. "Kendine bağlama" adına, erkek üzerindeki AŞIRI kadın ilgisi erkeği sıktı doğal olarak:) O da bu sıkıntı sonucu doğasında zaten var olan poligamik eğilimler sonucu aldatmaya yöneldi.:))

Aysen Yücedağ dedi ki...

Şunu söyleyebilirim; insan, doğaya uygun bir canlı olarak doğmuyor. İnsan yavrusu doğduktan 18 ay sonra yüremeye başlıyor. Omurgası doğduktan tam 1 sene de oluşuyor çünkü!Hayvanların büyümesi 1-2 ayda/yılda biter. Fakat insanın büyümesi 19 yıl sürüyor. Hayvanlar tüylü olarak doğuyor, insan 15 yılda tüyleniyor. İnsan bu ve benzeri durumda doğduktan sonra dahi hala embriyo durumunda kalıyor. İnsanın geç kıllanması, geç yürümesi, geç büyümesi gibi gecikmeler aslında insanın çok çabuk yok olabilecek güçsüz bir canlı olduğunu gösteriyor. Oysa hayvan doğaya uygun doğar ve insan mesela soğukta kıllanamayacağından hayvanın kürkünü yüzer sırtına geçerir. Ama hayvan kıllanır bu durumda.
İnsan yaşamını haynvanlar gibi doğaya uyum sağlayarak değil; doğayı kendisine uydurarak sağlar. Yani insan doğaya uyum sağlayamadığından doğayı kendisine uyduruyor çünkü; düşünüyor, sorguluyor, üretiyor yani toplum içinde yaşayabilecek bir kontrol merkezine AKLA sahip. Bu da insanı hayvandan ayıran en büyük özellik! Düşünce ve dil diyalektiliği insanı ilk toplumsal canlı konumuna getirmiştir. İnsanı insan yapan budur! Ve konu gereği; ''KADIN'' da sıkıldı İbrahim! O da doğasına AKLINdan vazgeçerek geri dönmek istiyor sanırım! AKIL ile gelen gerçek insanlık aklın yokolmasıyla hayvanlığa dönüyor.... Ama maalesef hayvanlar gibi doğuştan doğaya uyum sağalayamıyoruz... Tehlikeli hareketler bunlar, dolayısıyla ''US''dan bazı hazlar için vazgeçmek hayatımıza mal olabilir!!! :)) Tesekkürler İbrahim...

İbrahim G.Yaka dedi ki...

Yazdıklarına katılıyorum, itiraz edeceğim bir şey yok.Aysen, tabii ki insan doğaya uygun bir canlı olarak doğmuyor ama homosapiens insan, yani yani bilinci, aklı teşekkül etmiş insan doğaya uygun değil. Doğa karşısında direnci zayıf, aciz ve çaresiz. Sen de biliyorsun ki zooloji sistematiği açısından insan; hayvanlar aleminin, omurgalılar şubesinin, memeliler sınıfının, primatlar takımının, insangiller (hominidia) familyasının, homo cinsinin, homosapiens(bilinçli varlık) türüdür.:)
(Eğitim enstitüsünde okurken evrim biyolojisinden çok çekmiştim, içimi döküyorum, kusura bakma:))
Senin de bahsettiğin; insanın doğa karşısında anatomik direncinin kırılması, homosapiens aşamasındadır. Bundan önceki evrim aşamalarında aslında insan doğaya uyumlu ve dirençlidir. Yani kıllı,tüylüdür. Dört ayak yürüdüğü için hızlı koşar, ağaçlara kolay tırmanır. Ne olduysa oldu, homosapiens aşamasında aklın/bilincin oluşumuyla doğa karşısında zayıf düştük.Dediğin gibi şimdi de doğayı kendimize uydurmaya çalışıyoruz ama ne derece başarılı olucaz; birkaç bin sene (belki de milyon) sonra homosapiens kalırsa doğada, kritiğini yaparlar artık...:)
Bir de yazının ikinci pargraf başında; "Aldatmak sadece insana mahsustur... " demişsin. Bir tek buna temkinli bakmıştım, şimdi aklıma geldi:) Acaba hayvanlar aleminde "aldatan" yok mu gerçekten? :)