12 Nisan 2011 Salı

Osmanlı'da Elçi Kabul Törenleri...

Uluslararası ilişkilerin yürütülmesinde en önemli kişiler elçilerdir. Osmanlı tarihine baktığımızda diplomatik ilşkilere  büyük önem verildiğini görüyoruz. Özellikle yabancı elçilere verilen önem oldukça dikat çekici. Elçi kabul konusunda da ''Fatih Kanunnamesi'' iyi bir kaynaktır. Kanunnamede elçi kabulunde uyulacak protokol için düzenlenen maddelerden, verilen önemin boyutu anlaşılıyor. Bazı dış kaynaklarda da, Osmanlı Devleti'nin yabancı elçilere oldukça iyi davrandığı konusunda aynı bilgilere rastlıyoruz. Hatta bazı kaynaklar elçilere ait Kuran hükmünden söz ediyor. Gerçekten de Kuran'da elçilerin yalnızca aracı olduğu ve kendilerine kötü davranılmaması gerektiği belirtilir; ve ''Elçiye zeval olmaz'' deyimi de buradan gelir. Gerçi Yedikule zindanlarına kapatılan elçiler de yok değildir. Özellikle istenmeyen savaş ilanları ya da düşmanla ittifak bu tür cezaların nedeni dahi olabiliyordu.

  Osmanlı Devleti 600 yıllık tarihi boyunca yüzlerce elçi gönderdiği gibi yüzlerce elçiyi de kabul ettiği bilinmektedir. Osmanlı'nın ilk sürekli elçilik açtığı tarihe kadar Avrupa'ya gönderdiği elçi sayısı , Avrupalı devletler tarafından gönderilen elçi sayısına göre oldukça azdır.

  Özellikle yükselme dönemi kayıtlarına baktığımızda enteresan bir durumla karşı karşıya geliyoruz. Tüm devletler uluslararası hukuk önünde eşit ve bu çerçeve içerinde birbirlerine elçi göndererek diplomatik ilişkilerine devam ediyor. Fakat bu durumun bir tek istisnası var; Osmanlı Devleti. Uluslararası hukuk çerçevesine resmen oturttuğu bir madde ile üstünlüğünü tüm dünyaya kabul ettirmiş ve bunun bir göstergesi olarak hiç bir devlete elçi göndermemiş. Sadece çok olağanüstü durumlarda bazı Avrupa Krallıklarına elçi göndermiş ve bu durum bir ayrıcalık olarak algılanmış. Hatta itibar göstergesi olarak bu kralların ''Padişah Hazretleri bize ayrıcalık tanıdı ki bize elçi gönderdi'' dediği biliniyor..

 Osmanlı kayıtlarına baktığımızda İlk resmi elçi kabulünun   Edirne Sarayında II. Murad zamanında gerçekleştiği görülüyor. 15. yy.da ufak çapta da olsa elçi kabul törenleri düzenlenmiştir.17 yy. da ise dışarıda da elçilikler açılmaya başlanmış.
  Uluslararası ilişkilerin yürütülmesinde en önemli kişiler elçilerdir. Osmanlı tarihine baktığımızda diplomatik ilişkilere  büyük önem verildiğini görüyoruz. Özellikle yabancı elçilere verilen önem oldukça dikkat çekici. Elçi kabul konusunda da ''Fatih Kanunnamesi'' iyi bir kaynaktır. Kanunnamede elçi kabulünde uyulacak protokol için düzenlenen maddelerden, verilen önemin boyutu anlaşılıyor. Bazı dış kaynaklarda da, Osmanlı Devletinin yabancı elçilere oldukça iyi davrandığı konusunda aynı bilgilere rastlıyoruz. Hatta bazı kaynaklar elçilere ait Kuran hükmünden söz ediyor. Gerçekten de Kuran'da elçilerin yalnızca aracı olduğu ve kendilerine kötü davranılmaması gerektiği belirtilir; ve ''Elçiye zeval olmaz'' deyimi de buradan gelir. Gerçi Yedikule zindanlarına kapatılan elçiler de yok değildir. Özellikle istenmeyen savaş ilanları ya da düşmanla ittifak bu tür cezaların nedeni dahi olabiliyordu.

  Osmanlı Devleti 600 yıllık tarihi boyunca yüzlerce elçi gönderdiği gibi yüzlerce elçiyi de kabul ettiği bilinmektedir. Osmanlı'nın ilk sürekli elçilik açtığı tarihe kadar Avrupa'ya gönderdiği elçi sayısı , Avrupalı devletler tarafından gönderilen elçi sayısına göre oldukça azdır.

  Özellikle yükselme dönemi kayıtlarına baktığımızda enteresan bir durumla karşı karşıya geliyoruz. Tüm devletler uluslararası hukuk önünde eşit ve bu çerçeve içerinde birbirlerine elçi göndererek diplomatik ilişkilerine devam ediyor. Fakat bu durumun bir tek istisnası var; Osmanlı Devleti. Uluslararası hukuk çerçevesine resmen oturttuğu bir madde ile üstünlüğünü tüm dünyaya kabul ettirmiş ve bunun bir göstergesi olarak hiç bir devlete elçi göndermemiş. Sadece çok olağanüstü durumlarda bazı Avrupa Krallıklarına elçi göndermiş ve bu durum bir ayrıcalık olarak algılanmış. Hatta itibar göstergesi olarak bu kralların ''Padişah Hazretleri bize ayrıcalık tanıdı ki bize elçi gönderdi'' dediği biliniyor..

 Osmanlı kayıtlarına baktığımızda İlk resmi elçi kabulünun   Edirne Sarayında II. Murad zamanında gerçekleştiği görülüyor. 15. yy.da ufak çapta da olsa elçi kabul törenleri düzenlenmiştir.17 yy. da ise dışarıda da elçilikler açılmaya başlanmış.

  Fakat ben bu yazımda  Osmanlı'da elçi kabulüne değinmek istiyorum...
  Osmanlı'da gerek Müslüman gerekse Hristiyan elçilerin kabulü belirli bir protokola bağlıydı. Müslüman devletlerden gelen elçiler diğerlerine nazaran daha sıcak karşılandığını görüyoruz. Osmanlı klasik diplomasi uygulamasının kendine has özellikleri vardır ve bu özellik  elçilerin kabul ediliş şeklinde belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.

 İstanbul'a gönderilen Avrupalı elçiler geldikleri gün ya da bir gün sonra Babıali’ye başkatibini yollayarak gelişlerini resmen bildiriyorlardı. Öncelikle reisülküttab ve daha sonra sadrazam tarafından kabul edilirlerdi. Bir gün sonra, gelen elçiye genellikle Divan-ı Hümayun tercümanı vasıtasıyla sadrazam tarafından çeşitli hediyeler gönderilerek “Hoş geldin” merasimi yapılırdı. Bu merasimler, elçinin büyükelçi veya ortaelçi oluşlarına göre farklılık göstermiştir.

 Elçinin divana geleceği günü sadrazam belirlerdi. Elçi önce reisülküttab efendi ile buluşur ve ilk maruzatını ona bildirirdi. Bu maruzatın görüşme  ve kabule uygun olması halinde sadrazamın huzuruna çıkardı. Elçinin önce sadrazam ve sonra padişah tarafından kabulü sadece merasimden ibarettir. Siyasi görüşmeler elçilerle reisülküttab efendi arasında yapılır ve varılan sonuç reisülküttab tarafından divana arz edilirdi.


 Huzura kabul edilen elçi, Hükümdarın gönderdiği mektubu takdim eder ve Türkçeye tercüme etmesi için baştercümana verilirdi. Bu merasimi takiben elçi, mahiyetindekilerle birlikte el öper ve geri geri çekilirlerdi. Bunun üzerine padişah çekilip gider ve elçiyi yalnız bırakırdı. Elçinin itiatnamesine cevap hazırlanana kadar elçiye izin verilirdi. Bazı zaman cevabın hazırlanması aylarca sürebilmiştir. Mektubun verilişindeki tören cevabın verillmesinde de aynen tekrarlanırdı.  Padişah izin verdiğinde huzura bazen resmi  ve bazen gayr-ı resmi olarak kabul edilirler ve devletine götürmek üzere name-i hümayunu alırlardı.

 Sadrazam bazı elçilere dostluğu güçlendirmek  için ziyafetler vererek,  eğlenceler düzenlerdi. Müslüman devletlerin elçilerine, sadrazam ve vezirlerce ziyafet verilmesi ise gelenek  haline gelmiştir. Ancak İstanbul’daki Avrupa elçilerine uluslararası standartlar dışında getirilmiş bazı sınırlamalar vardı. Bu sınırlamalar tek taraflı diplomasinin de ötesinde Osmanlı’ya özgü davranış şekilleriydi.

 İstanbul’a gelen elçiler  misafir olarak kabul edilmekte güvenlikleri de dahil olmak üzere tüm masrafları Osmanlı tarafından karşılanmaktaydı. Avrupa’da benzeri olmayan bu uygulamaya ''tayinat''  adı verilmekteydi. Elçiyi karşılayan ve başkente getirmekle görevlendirilen kişiler mihmandarlardı.  Yapılan masraflar mihmandar tarafından masraf defterine kaydedilirdi. Kanuni zamanında İran’dan gelen elçilik heyetinin mihmandarı yol boyunca yapılan masrafları anlatan büyük bir defter tutmuştur. Tayinat uygulamasının gerçek nedeni, elçileri misafir statüsünde tutup bütün masraflarını karşılayarak onlar üzerinde kesin bir söz sahibi olmak istenilmesiydi. Böylece hareketleri sıkı bir şekilde kontrol edilebiliyor ve elçinin bağlı olduğu devletle bir savaş  çıktığında elçi ve memurları, o ülkedeki  Osmanlı tüccarlarının korunması gerekçesiyle gözaltına alınabiliyordu. Gözaltında tutuldukları yer genellikle Yedikule zindanları oluyordu! Elçilerin kabul edilişlerini de kapsayan protokol işleriyle uğraşan bir teşrifat dairesi de  kurulmuştur ve bu dairece konulan kurallara uyulması için gösterilen  hassasiyet  konuya verilen önemi açıkça göstermektedir.

  Dönemin genel diplomasi uygulamasında olmayıp Osmanlı’ya özgü diğer bir uygulama da; padişah huzuruna çıkarıldıklarında elçilere zorla etek öptürülmesiydi. Bazen bu zoraki uygulamanın şiddet derecesine vardığı da olurdu. Örneğin 1668’de İstanbul’a gelen Rus elçisi, padişahın huzurunda fazla eğilmeyi kabul etmemiş ve getirdiği mektubu padişaha kendisi vermek istemiştir. Bunun üzerine görevliler elçinin ensesinden tutarak başını sert bir şekilde yere çarpmışlardır. IV. Mehmed’in elçinin bu tavrına  kızarak,  kovulmasını emretmesi üzerine, Sadaret Kaymakamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa; elçi, tercüman ve başkatibini tokatlayarak huzurdan kovmuştur.

 Osmanlı kuruluşundan yıkılışına kadar pek çok devletle diplomatik ilişki kurmuş  ve bu ilişkilerin sürdürülmesinde elçilerin önemli bir yeri olmuştur. Osmanlı’nın Avrupa’da sürekli elçilikler atadığı  tarihe kadar gönderdiği elçilerin sayısı oldukça azdır. Buna rağmen sahip olduğu jeopolitik  konumu itibariyle Osmanlı’yı  kendi yanlarına çekebilmek için Avrupalı devletler çok sayı da elçi göndermiştir.

 Bunun yanında Osmanlı’ya gelen elçilerin devletin içişlerine karışmaları, yıkıcı faaliyetlerde bulunmaları ya da casusluk yaparak devlete zarar verici faaliyetleri engellenmiştir. Osmanlı diplomatik ilişkilerini dönemin şartları kadar Türk-İslam geleneği de etkilemiştir. Elçiler, Osmanlı topraklarından girişinden itibaren Tanrı misafiri  olarak kabul edilmiş, can ve mal güvenliklerinin korunması için büyük  gayret gösterilmiştir.

  Genelllikle elçilerin huzura kabulleri Galebe divanı denilen Ulufe divanına denk getirilirdi.  Böylece Osmanlı ihtişamı ve güç gösterisi gözler önüne serilirdi.  Elçi olarak gelen kimselerde geldikleri devletin gücünü göstermek açısından büyük gayret göstermekteydiler. Özellikle 14. ve 15. yy.da batıdan gelen elçilik heyetleri ile sonraki dönemlerde gelenler arasında bu durumu göstermek açısından büyük farklılıklar görülmektedir. Eskiden elçi heyetinin sayısı ve kullanılan araç sayısı çok azken sonraları korkunç derecede artmıştır.Avusturya’dan gelen Pezzen 5 gemi kullanmışken, 1669’da Ottingen 42, 1718’de Virmand ise 72 gemi kullanmıştır.

  Elçilere eşlik eden bir çok Avrupalı yazar bu törenleri ayrıntılarıyla anlatmış ya da elçilerin beraberinde getirdiği ressamlar bu törenleri resmetmiştir. Son olarak elçilerin padişaha itiaatnamesini sunuşu Osmanlı ressamlarınca da resmedilerek belgelenmiştir. Osmanlı tarihine ilişkin minyatürlerle belgelenmiş elçi kabullerine bakarsak, kuşkusuz Kanuni Sultan Süleyman'ın kabulleri önde gelir.  Alttaki ahşap kabartma,  Fransız elçisi Jean d'Yversen'in  Fransa kralı II. Henri'nin özel elçisi olarak İstanbul'a gidişi ve Kanuninin huzuruna çıkışını tasvir ediyor. Şu an torunu M. Charles de Noblet tarafından şatosunda muhafaza edilmektedir. Elçiyi  iki görevli  kollarından tutarak Kanuni'nin   huzuruna çıkarıyor . Elçi padişahın  yüzüne bakmadan eğilerek eteğini öper ve mektubunu sunduktan sonra  geri geri giderek padişahın çekilmesini bekler...

  Bu törenler sürekli resmedildi  ya da yazıldı ve  Osmanlı'nın sürekliliğini koruyabilen devlet yapısının ve güç göstergesinin bir simgesi olarak tarihe ışık tutmaya devam ediyorlar...

Kaynaklarım: Osmanlı Arşivi
The Journal of International Social Research

Dip not: Fotoğraflar şahsıma ait olup, KULLANIMI İZNE TABİİ VE TELİFLİDİR.



Hiç yorum yok: