28 Ağustos 2011 Pazar

TEOS...

   Şarap tanrısı Dionysos'un memleketi... Dionysos, çoşkunun, mutluluğun, yaşama sevincinin, üzümle simgelenen  şarabın ve şarabın yarattığı sarhoşluğun, taşkınlığın ve sınır tanımazlığın da tanrısıdır. Şimdi de tiyatrodan bahsetmem gerekiyor elbette. Tiyatro oyunlarının  aslında Dionysos adına yapılan şenliklerden doğduğunu eminim pek çoğunuz bilmiyorsunuzdur. Bu şenliklerde keçiler kurban edilirmiş. Batı kökenli olan ve bizimde benimsediğimiz ''trajedi'' (tragedya) sözcüğü Yunanca'daki ''tragodia'' sözcüğünden gelir. Tragos( keçi), Oidia( ezgi) anlamına geliyor. Dionysos'un betimlendiği mozaiklere bakınca; bir elinde şarabı, kendinden geçmiş ve ayakta durması için ona destek olan Tanrılar ve diğer elinde keçisi; ya da asmaların altında dinlenirken yine yanında keçisiyledir. Ve trajedi; dünyadaki ilk tiyatro oyunu olduğu kesin bir şekilde biliniyor. Örnekleri çoğaltmam mümkün ama bu yazının sanat ve mitoloji boyutuna inmesi anlamına geliyorki  o nedenle fazla uzatmak istemiyorum.  Ben de mitolojik bir figür olsaydım, burayı kutsardım, mekan edinirdim diye düşünüyorum ... hayatın bilinçli olarak yavaşlatıldığı, yaşamın kısa molalar alarak ilerlediği Teos'u; anlamı da ''Tanrı'' dır!

  İzmir'in Seferihisar İlçesi'ne bağlı Sığacık köyünün körfezindeki 12 İyon kentinden biri olan Teos'un,  M.Ö. 1000 yıllarında kurulduğu biliniyor.. Hellenestik ve Roma dönemine ait kalıntıların bulunduğu Teos'ta, antik dünyanın en büyük tapınağı olarak kabul edilen, Dionysos Tağınağı bulunuyor. Bir tarihsel hazine olan Teos, sanatçılar kenti. Tarihte ilk kez oyuncular birliği burada kurulmuş. Bir oyunculuk merkezi olan Antik tiyatrosu, 17 bin kişilik. Hellenistik dönemde sanatçıların ve sanatçı kumpanyalarının özerk bir yerleşim birimine sahip olduğu yeryüzündeki tek kent. Kentin bir bölümünde sanatçılar tamamen kendi kurallarıyla-yasalarıyla ve kendilerine ait bir alanda yaşama özgürlüğüne sahiptir. Fakat zamanla çok yakın ama ayrı yaşadıkları halk tarafından  ahlak yoksunu bir topluluk olarak görülmeye başlarlar. Haliyle ilerleyen yıllarda Teos'un yerli ahalisi ile bu sanatçı topluluk arasında ipler gerilecek ve en sonunda kentten kovulacaklardır. Teos'ta bu tarihten sonra gittikçe körelen ve flulaşan bir kente dönüşür. Fakat o ayrımın olduğu döneme kadar tarihin en renkli, en canlı kentlerinden biri olduğu söylenebilir.

 Kente şöhretini veren Dionysos Tapınağı'da aslında sanat topluluklarıyla Dionysos arasındaki esrik ilişkiden dolayı inşa edilmişti. Mimarı Hermogenes Hellenistik çağın barok anlayışının ilk işaretlerini bu tapınakta verir. Aradan 2200 küsür yıl geçtikten sonra, şimdi, bir kazma(!)  restorasyon adına o tapınağın sütunlarını "çimento" ile kaideye oturtmuş! Oysa ki Osmanlı dönemi boyunca yıkılmış taşlardan ibaret sanarak hiç ilgilenmediğimiz bir dünya, bir gizli hazine yatmakta bu topraklarda.

 Ve muhteşem Teos Limanı... Sığacık'ta... Tarih boyunca; öfkelendiği zaman masmavi gökyüzüne kara bulutları yığan; rüzgarları, kasırgaları, gemilerin üstüne salan, denizlerin efendisi Poseidon'dan kaçan denizcilerin sığındığı liman olmuş.  Bir çok denizciye kucak açmış bu doğal liman. Tam karşısı Yunanistan'ın Samos (Sisam Ada'sı) Vathi Limanı... Düşünüyorumda karşı kıyıda oturanlarla aynı güneşi paylaşıyor, aynı havayı soluyoruz; barışta da savaşta da kaderimiz ortak. Akraba sayılmasak da iki kıyının benzer halklarıyız. Hal böyle olunca da geceleyin, yıldızlı gökyüzü insanın üzerine düşecekmiş gibi alçaldığında, Samos adasının çağrısına kapılmamak elde değil, ama deniz var arada. Arada sınırlar, kara suları, yılların biriktirdiği acılar ve göçler var. Mübadele dediğimiz zorunlu göçler, yerlerinden yurtlarından edilmiş insanların dramı... Dostluk ve sevinçler de var neyseki. Vathi Limanı'yla Teos Limanı arasında feribot seferleri iki üç yıl önce başladı nihayet....

Belki  ilk bakışta pek özelliği olmayan ama küçük bir dikkatle olağanüstülüğü farkedilen bir antik kent Teos... Kente ev sahipliği yapan Sığacık köyü yaklaşık 500 yıl önce Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış eski bir kale duvarı ile çevrili. Surlarla çevrilmiş ve dış tehlikelere karşı bütün yapıların sur içine kurulduğu eski kentler gibi. Tabii eski tehlike kalmadığı için kalenin iç duvarlarına bitişik başlıyor evler. Sırtlarını surlara vermişler ve birbirlerine yaslanmışlar. Küçük küçük evlerden oluşan, daracık sokaklı bu kaleiçi evlerinin bir kısmı ne yazık ki koruma altına alınmadan önce yok edilip yerine uydurma yapılar yapılmış. Şimdi sit ilan edilmiş ve yıkım durmuş.

 Ve  ana ev sahibi Seferihisar... Türkiye'nin ilk ''cittaclow'' u.. Yani sakin şehri. Cittaslow İtalyanca'da ''sakin-yavaş şehir'' anlamına geliyor.  Bu oluşumun kurucuları; şehir merkezlerinde araba kullanımını yasaklayarak, fast-food  şubeleriyle- süpermarketleri kapatarak, yaşanır doğal şehirler oluşturmaya çalışıyorlar. Cittaslow manifestosunda şunlar yazıyor: "....Bunlar, eski zamanlara meraklı insanları, zengin tiyatroları, meydanları, kafeleri, atölyeleri, restoranları ve ruhani yerleri, bozulmamış manzaraları, sevimli zanaatkarları olan şehirler. İnsanların hala mevsimlerin yavaş seyrini fark edebileceği, hakiki ürünlerin tadına varabildiği ve kendine özgü gelenekleri olan yerler...'' Belli ve zor şartları aşabilen ve sıkı kontrollerden geçerek "yavaş şehir" olarak adlandırılmaya hak kazanan şehirlerde şirin mi şirin bir salyangoz logosu kullanıyor. Bende Seferihisar'da bu nedenle ev sahibi olmak isteyenlerdendim. Gün gelip de bir salyongozun peşine düşeceğim hiç aklıma gelmezdi... Bu amblemin  sahibi Seferihisara'da sonsuz tebrikler...

 Halen bu girişim 90'a yakın il, ilçe ve beldemiz tarafından onay almayı bekliyor. Bizim gibi mimari sefalet taşıyan, en güzel coğrafyaları; tarihini, kültürel varlıklarını, inanılmaz bir hızla tarumar ve talan edilen ülkeler için Seferihisar'ın yavaş şehir olması ve peşinden onlarca kasabayı, ili sürüklemesi cidden tebrik edilesi bir durum...

 ''Ve ben! Teos  sayesinde tanıdığım mozaiklerdeki Dionysos'u, sadece basit bir şarap tanrısı olarak  görmek yerine; biliçaltımızda yatan toplumsal bir ''karşı çıkış'' olarak görüyorum. Elindeki şarabı da sembolik, deliliği de aslında topluma karşı bir duruşu simgeliyor bence!!!!!''





4 yorum:

Rafael Eskinazi dedi ki...

güzel bir yazı aysencim... ama surften ve bizim yarışlardan hiç bahsetmemişsin :))Harikasın, bir an önce seni pazar eklerinde okumak istiyoruz. Kilistra gezimzi de mutlaka yaz.. sevgiler

Aysen Yücedağ dedi ki...

:))) Yazarım! Sevgiler canım...

Ruba Benderlioglu dedi ki...

Süüüpeeer... Dionysosu anlamaya çalışıyorum şu an :))

Aysen Yücedağ dedi ki...

Sağol Ruba :)) Bir öğrenci tezinde şöyle yazmış ''Kafka’nın Dönüşüm’ünde Gregor Samsa’nın bir sabah uyanıp kendini böcek şeklinde bulması, ailesi tarafından ona hayvan gözüyle bakılıp hem aile hem de toplum tarafından dışlanılmayı temsil eden o sembolik 'dönüşüm'ü Dionysos’ta da bulmak mümkündür. Nasıl ki orada sözü edilen 'hayvan' aslında olunması gereken 'insan'dı. Dionysos'da bunun gibi geldi benim gözüme.''... bana da öyle geliyor...